28 Ağustos 2015 Cuma

Sade Yaşam Tarzı ve Kendin Olabilmek

 
 



Sade olabilmek; kibir, şatafat, gösteriş, böbürlenme, hırslanma gibi ilkel duygularımızdan kurtulmaya çalışarak veya onları ehlileştirerek, azaltarak mümkün olabiliyor…….

Yaşadığımız büyük şehirlerde ve her türlü görsel medya aracılığıyla bilgi kaynaklarımızın haddinden fazla bizi zorladığı günümüz koşullarında bunu başarabilmek için çok uğraşmalıyız çoooook……..

En sade halimizle bile imkanlarımız elverdiğince kaliteli, ergonomik, hayatı kolaylaştırıcı konforlara sahip, kendi zevkimize uygun, gözümüzü ve ruhumuzu okşayan bir dünyamız olsun istiyoruz….

Sade olmak cesaret ister, özgüven ister, yürek ister…..

Sade insanın yarışı başkaları ile değil kendisi iledir, okuduğu, öğrendiği, idealize ettiği gibi olmaya, kendini geliştirmeye çalışır……

Gösterişten uzak, alçakgönüllü, başkalarına hava atma derdi, tasası taşımadan….

Başkalarına göre yaşamak taklitçi bir hayat yaşamak demektir oysa sadelik özgürlüktür…..

Elalem ne der kompleksinden kurtulmak demektir…..

Mış gibi yapmak değildir sade yaşam, görünenin gerçek olmasıdır…..

Zorunlu sosyal çevremizdeki kişilerle (iş arkadaşı, komşu, akraba gibi), özel yaşam yarışına girmemek, sırf onlarda var diye sevmediğimiz ve gereksiz statü (salgın) nesnelerine sahip olmamak, fikir danıştığımız, güvendiğimiz “kankalarımızı” ve feyz aldığımız, hayranlık duyduğumuz “idolümüz olan kişileri” doğru seçmek gerekir…..

Aksi halde yapılan yanlış seçimlerin hayatımızdaki tahrip gücü yüksek olur……  
 



 


Yaşamın her alanında sadeliği yakalayabilmek (bulabilmek, erişebilmek)  bize çok büyük kolaylık sağlar….

Sade yaşam tarzı sayesinde ruhsal, duygusal ve fiziksel yönden daha sağlıklı ve huzurlu oluruz…..
Çok basit bir örnek; güzel ve havalı olacağım diye ayağımızın anatomik yapısını bozacak, ağrı içinde kıvrandıracak, bütün günümüzü cendereye girmişçesine eziyet içinde geçirmemize neden olacak dar, sivri ve aşırı yüksek topuklu bir ayakkabı yerine daha alçak topuklu, ayağımızı içinde rahat hissettiğimiz (asla paçoz değil), şık bir ayakkabı sizi bütün gün iyi hissettirir…..

Mutluluk sade zevklerde gizli; ailemizle, dostlarımızla, yanlarında kendimizi iyi hissettiğimiz insanlarla sohbet etmek, onlara zaman ayırmak,  onlar için yemek hazırlamak,  çocuklarımızla oyunlar oynamak, ağaçlı, çiçekli, mis gibi havası olan güzel yerlerde yürüyüş yapmak, yorulunca dinlenmek, daha az şikâyet edip daha çok şükretmek …….

Hiç bir şeye zarar vermemek, ihtiyacın kadarını kullanmak, kimseyi küçümsememek (herkesten öğreneceğimiz bir şeyler var) saygılı olmak, ekip olabilmek….

İçinde hiçbir çatışma olmayan, oyunsuz, yalansız, vicdanı ve adalet duygusu rahat olan kişi gece başını yastığa koyduğunda hemen uyur…..
Kötü duygu ve düşünceleri bir yerlerde kamufle edip yokmuş gibi imaj vermeye çalışanlar ise gece rahat uyuyamazlar….. 
 

 



Basit yaşamak hayatın anlamını aramaktır….  

Aslında tüm inanç ve öğretilerde basit yaşam tarzı vurgusu vardır. Peygamberler, filozoflar ve birçok tarihi kişilik hep sade yaşam tarzları ile ünlüdür, ölçülü olmayı ve basit yaşam tarzını öğütlemişlerdir.
Sade ya da basit insan, gereksiz statülerden ve sadece yük olan modern takıntılardan sıyrılmış demektir. Felsefi yaşam tarzını benimsemiştir….
Statü elde etmek veya statüyü cilalamak için kendimizi abartmadan, komikleşmeden, nefret edilmeden,  mütevazı bir özgüvenle de başarılı olunabilir…..
2000’li yılların başında, altı ay kadar komşuluk yapıp pek çok şey paylaşma fırsatı bulduğum üç Japon ailenin tam bu şekilde yaşam tarzları olduğunu gözlemlediğimde çok şaşırmıştım……

 
 



 
Bu güzel satırlar Düş Hekimi Yalçın Ergir’den;

Basit yaşayacaksın.
                                    Mesela susayınca su içecek kadar basit.
                                        Dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında.

Beklentilerin de basit olacak.
                                 Kaf Dağı’nın önünde bekleyecek mutluluklar.

 “Bilmiyorum” diyebileceksin bilmediğinde
                                       Ve çok normal olacak onu da bilmeyişin.

Basit yaşayacaksın, basit.
                                    Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi

Basit....

 

25 Ağustos 2015 Salı

Peki Biz Ne Yiyeceğiz???????

 




Son günlerde bir çok köşe yazısı, röportaj ve televizyon programında, Karatay hocanın "ekmek ve şeker yasağı" tartışmaları sık sık gündemimize getiriliyor…..
Beslenme konusunda tavsiye bombardımanına uğruyoruz resmen….
Bir hekim olarak tıp dünyasındaki değişimleri takip etmekte bazen zorlanıyorum, "algılamak, anlamak" için ciddi enerji harcıyorum, "literatürü" bilgi kaynaklarını tarıyorum sürekli........
Şeker, tansiyon, kolesterol, alınan ve bir türlü verilemeyen fazla kilolar, obezite......
Sağlıklı beslenme, organik gıdalar, düzenli fiziksel aktivite, yaşam tarzının gözden geçirilmesi......
Artık ciddiye almamız gereken konular....
Çünkü etrafımıza şöyle bir baktığımızda küçücük bir bebekten yaşlı ninesine kadar fazla kilolu hatta obez sayısının giderek arttığını gözlemliyoruz....
 
Hasta olmadan sağlığın korunması ve geliştirilmesi, öneminin anlatılması ve sağlıklı alışkanlıklar kazandırılması sağlık politikası yapanların ve sunanların görevi......
Hepimiz hem sağlıklı olma hem de olumlu beden algısına sahip olma açısından YEDİKLERİMİZE DİKKAT ETMELİYİZ.....
 
Amaaaaaa ciddi bir irade savaşı bizi bekliyor.......   
Hani meşhur bir söz vardır, kilo ile sorunu olanların sık söylediği "hayatta en güzel şeyler ya ayıptır ya günahtır ya da şişmanlatır"......




 

 
Ben bu sözü modifiye ettim.......
Muhteşem güzellikteki yiyecekler; ya sağlığa zararlıdır, ya şişmanlatır, ya çok pahalıdır ya da "vicdanımı sızlatır"……
Hayvansal gıda üretimi süreçlerinde, “canlıya saygı duymadan” eziyet çektirilmesi nedeniyle giderek yaygınlaşan vejetaryenlik ve vegan beslenme var bir de......
Geçen hafta sonu gazetelerden birinin pazar ekinde, vegan beslenme ile ilgili bir yazı okudum.....
Vegan beslenme; vejetaryen beslenmede tüketilmeyen kırmızı et, kümes hayvanları, balık yememeye ilave olarak süt ürünleri, yumurta, bal gibi hiçbir hayvansal ürününde tüketilmediği bir beslenme türü.....
“Etik veganlık” kavramını ise ayıptır söylemesi yeni öğrendim.....
Etik veganlar, hayvandan elde edilen yün, deri, ipek, inci gibi giysi ve eşyaları da kullanmıyorlar.....


 
 
 

 
Bir hayvansever olarak mümkün olduğunca az et tüketiyorum. Özellikle "göz teması ve iletişim kurulabilen" hayvanların etini; görsel olarak beni vicdan azabına sokacak parçalar (biftek, pirzola, but gibi) yerine, marine edilmiş ve küçük lokmalar   (köfte, sucuk) şeklinde yiyorum....
Balıklarla göz teması kuramadığım için daha rahatım. Deniz canlılarından eziyetle hazırlanmış olanları (kalamar ve canlı haşlananlar) yemiyorum sadece.....
Ama ürünler konusunda içim rahat, çünkü sütüne ortak olduğum buzağının gelişimini engellemiyorum diye düşünüyorum.....
Zaman zaman vejetaryen olmaya karar veriyorum ki bir mangal kokusu beni benden alıyor......
"Feminizm kocayı buluncaya, komünizm parayı buluncaya, ateizm uçak sallanıncaya kadar" sözüne bir satırda benden ilave, bizim buralarda "vejetaryenlik mangal kokusunu duyuncaya kadar”.....
71. Venedik Film Festivali’nde hem  “en iyi erkek oyuncu”  hem de “en iyi kadın oyuncu” ödüllerini kazanan İtalyan yönetmen Saverio Costanzo’nun filmi “Hungry Hearts” Aç Kalpler’i seyredeceğim bu hafta sonu, bakalım ne kadar etkileneceğim????????? 
 


Sonuç olarak; ekmek, yağ, şeker, tuz  sağlığa zararlı, hayvansal proteinler konusunda kolesterol tehdidi, ayrıca etik uyarılar var, meyvaları bile yerken glisemik indeksini düşüneceğiz......
Eeeeee geriye ne kaldı.....
Karnımız doysun diye peki biz ne yiyeceğiz.......

Sadece sebzeleri mi?

 

13 Ağustos 2015 Perşembe

Kimlerden Rahatsız Olurum ve Hemen Yolumu Ayırırım.......






Sinsi insanlardan
Konuşurken bakışını kaçıranlardan
Cahilliğinin farkında olmayan ve övünenlerden
Vefasızlardan
Saygısızlardan
İnsanları sınıflandıranlardan
Acımasızlardan
Ölümüne hırslı olanlardan
Kendine feci şekilde hayran olanlardan
Kibirlilerden
Sürekli mızıldayanlardan
Kötü senaryo yazmaktan hoşlananlardan
Açgözlülerden
Kaba olanlardan
Hassasiyetlere ve kültürel değerlere önem vermeyenlerden
Yemek yapmayı sevmeyenlerden
Yediği yemeği ikram etmeyenlerden
Başkalarının yaralarını kurcalayıp kanatmaya çalışanlardan
Hizmet aldığı kişilere kötü davranan, gittiği restoran, kafeterya gibi yerlerde bardak, çatal, kaşık kirli olmadığı halde lekeli diye olay çıkaranlardan,
Yönetici konumunda olup birlikte çalıştığı ekip arkadaşlarına hükümran, ters, burnundan kıl aldırmaz, yüz vermez, her daim emir kipi ile konuşan, hakaretvari tavır takınan ve cümleler kuran, sahipmiş gibi davrananlardan
“Rahatsız Olurum ve Hemen Yolumu Ayırırım”……








Ondan rahatsız ol, bundan yolunu ayır, şuna mesafe koy derkeeeeeeeen…..
Peki geriye ne kalıyor…..

Gerçek dostlar, insan gibi insanlar........





11 Ağustos 2015 Salı

Yine Hayal Kuruyorum…….



 



Kimsenin birbirini aptal yerine koymadığı, üzmediği, kırmadığı, öldürmediği,
Birbirine saygılı, kibar, anlayışlı, empatik davrandığı,
 
Yaşamayı seven, canlı, heyecanlı, birbiriyle barışık,
Sağlıklı, çalışkan, yürekli, sevgi dolu ve aşık,
 
Müzik, edebiyat, resim ve sanatı seven,
Yarışırken bile takdir eden, değer veren,

Huzurlu, dingin, şükür sahibi insanların olduğu bir dünya,
Ya ütopik bir hayal ya da rengarenk bir rüya….......

 

Kız Kulesi; Rüya Gibi Geçti.......





Düğün kıyafetiyle saat 19.00'da Kabataş'ta arabadan inip tekneye kadar yürüyüşüm zaten Yeşilçam filmlerinden bir sahne gibiydi......
Tekneden İstanbul'un ve boğazın ihtişamlı güzelliği, manzara göz kamaştırıcı.......
Cennet gibi muhteşem.....




Çocukluğunu ve erken gençliğini deniz kenarında yaşamış, üstelik yengeç burcu olan ben ömrümün çoğunu Ankara bozkırında geçirmek zorunda kaldım ve halen de Ankara'dayım.....
Ankara'da üç beş tane yeni dikilmiş cılız ağaç, beş on tane çiçek fidesi ekilince "manzara" oluyor ve oraya bakan ev, işyeri kıymetleniyor.....
Karşılaştırmak zaten yanlış.....
İstanbul'un güzelliğiyle, tarihiyle, coğrafi konumuyla yarışacak, boy ölçüşecek dünyada başka bir şehir yok.....



 
Kız Kulesine vardığımızda tamamen kendimden geçiyorum, rüyadayım galiba hissi....
Çünkü gerçek olamayacak kadar güzel, etkileyici hatta çarpıcı bir ambians....

Aşkımla el ele kulenin merdivenlerini tırmanıyoruz, her katın duvarlarına başka bir aşk efsanesi resmedilmiş, mutlu kahraman Battalgazi en üst kata yerini almış......
El salladım yüzyıllar öncesine......





Düğünün, gecenin ve hilal ayın güzelliği, yemeklerin lezzeti, müziğin insanları birleştiren etkisi…. 
Dünyada eşi benzeri olmayan Boğaz'ın ve Kız Kulesi’nin güzelliği karşısında bencileyin bir garip ne yapar, büyülenir, mutluluktan havalara uçar böyle......
Allahım bunlar gerçek mi, binlerce teşekkür ederim der içinden......





Ve bu güzelliği yaşamasının "esbab-ı mucipleri" G ile M'ya ömür boyu mutluluklar diler......





6 Ağustos 2015 Perşembe

100. Yazı; Nice Yıllara, Nice Yazılara ve Nice Okurlara İnşallah.......






Zaman göz açıp kapayana kadar geçmiş yine…..
Blog yazmaya başlayalı tam bir sene olmuş......
Sevgili Hayal Kahvem'in yüreklendirmesi ve blog açmak için yardımı sayesinde bu yolculuğa 7 ağustosta başlamıştım.....
Başlarda pek hevesliydim, daha doğrusu “sonradan görmeler gibiydim” ve bloğumu açıp açıp bir sanat eseri seyredercesine bakmaya bayılırdım……
Sonraki aşama ise az takipçimin olması nedeniyle bozulma aşaması, havam söndü ve sonradan görmeliğim geçti......
Sevgili Hayal Kahvem, kimseye söyleme, bu ayrı bir yaşam alanın olsun dediği için gizemli bir blogçu oldum, kimliğim hakkında bilgileri gizledim, hiiiiiiç kimseciklere bir bloğumun olduğunu ve yazılar yazdığımı söylemedim……
Baktım ki Hayal Kahvem'den başka okuyan yok, eş, kardeşler, kanka  beş altı kişiye “biliyor musun, benim bir bloğum var, okursan sevinirim, ama sakıııın kimseye söyleme” diye büyük bir sır verircesine bloğumun adını söyledim……
Heyhat, benim bloğumu sadık “sayıyla 5- yazıyla beş” takipçiden başka kimsecikler okumuyordu.....
Hayal Kahvem, Jasmin, Pelin Pembesi, İzmirli ve Nalan en sadık takipçilerim, beni desteklemek için, yüreklendirici ve güzel yorumlar yazıyorlar…..
Sağolsunlar, var olsunlar canlarım benim….
Bazı yazılarıma günlük koşuşturmaca içinde vakit bulup yazamadıklarında veya yorum yazmaktan sıkılıp ara verdiklerinde hemen arayıp hesap sordum utanmadan sıkılmadan.....
Baybars, Sarı Mavi  ve Karalamacalarım ise arasıra bir kaç kelime ile de olsa varlıklarını hissettiriyorlar sağolsunlar...
Bir de bloğumu okuduklarını fakat yorum yazmayı sevmediklerini söyleyen bazı arkadaşlarım var (hani gizlice söylediğim)…..
Galiba var?
Benden çekindikleri için takip ettiklerini söylemek zorunda kalan sevgili samimi arkadaşlarım….
Hepinize çok çok çok teşekkür ediyorum.....
Sağolun, varolun.....

 
 


 

Sizlerin yorumlarını nasıl bir heyacanla ve merakla bekler oldum bilemezsiniz, bende kelimelerle anlatamam....
Denetleme bekleyen yorumlar ikonuna bastığımda genellikle "Bekleyen yorum yok" yazıyor ya, o zaman çok bozuluyorum…..
Kös kös kapatıyorum bloğu, birazcıkta kırgınlıkla.....
Amaaaaa bir yorum varsa eğer,  nasıl bir sevindirik oluyorum çocuklar gibi,  tıpkı özenle baktığım çiçeğim tomurcuklanmış gibi, tıpkı follukta yumurta bulmuş gibi “çok iyi” hissediyorum.....
Hele birden fazla yorum gelmişse deymeyin keyfime o zaman, kendimi ödül almış gibi hissediyorum....
Blog yazmak böyle heyecanlı ve keyifli bir şeymiş meğer....
Bir yılda 100 yazı ve 10.830 okunma, hiç te fena değil.....
Allah bereket versin…..
Twitter'da Trending Topic (TT) olanlar gibi bende blog yazılarımın onyüzbinmilyon kere okunduğu günlerin hayaliyle yaşıyorum, çünkü ben bir hayalciyim sizler de hayalcinin arkadaşısınız……
İşte sevgili takipçilerim (ayıp olmasa bir köşe yazarı edasıyla okurlarım diyeceğim) bende ki durum böyleyken böyle.....
İnşallah yazdıklarımı her zaman okursunuz ve daha çok yorum yazarsınız bundan böyle bi zahmet......
Lütfen yaniiiii……