30 Haziran 2015 Salı

Küçük Yardımların Büyük Etkileri....

 
 



Bırakın bazen yakınlarınız size küçük yardımlar yapsın.....
İzin verin, hayatınızın akışında onların da minik dokunuşları olsun....
Bu minik katkılar bazen çok işe yarar, gözünüzde çığ gibi büyüyen, aşmakta zorlanacağınız sorunlar hemencecik sorun olmaktan çıkıverir.....
Geçen ay yazdığım “Misafir Ol Gel Bana” yazımın fotoğraflarında görülen cupcake’leri yaparken sevgili İzmirli ve iki genç arkadaşım yardım etmişlerdi sağolsunlar. Onlar için eğlenceli (mi acaba?) bir deneyim olmuştu, benim de gözümde büyüyen süsleme işlemi çok kısa sürede gerçekleşmişti…..
Bu tür sömürüden uzak, samimi küçük yardımların faydası ve  moral motivasyon açısından etkisi tahminimizden çok oluyor kesinlikle….. Sizin yorgunluktan ve telaştan gergin olduğunuz anlarda ilk yardım gibi hayat kurtarıcı oluyor…. Diğer bir faydası da kişiler arası iletişimi ve güven duygusunu geliştiriyor…..
  
 


 
Özellikle yeni annelerin böyle küçük yardımlara acil ihtiyacı var....
Ben ilk bebeğimi kucağıma aldığımda ne yapacağımı bilememiştim, üstelik 26 yaşında ve üç yıllık hekimdim....
Bebeğimi emzirmeyi, giydirmeyi, yıkamayı bilememiş, becerememiştim.  Ağlayarak ve panikle annemin gelmesini beklemiştim......
Bazı şeyler sadece okuyarak öğrenilmiyor, zor durumlarda sakin olabilmek ve başarabilmek için tecrübe aktarımı, moral desteği,  güven duygusu gibi ihtiyaçlarımız oluyor......

Karşılıklı sorumluluk yaklaşımıyla kurulan iki kişilik hayatlara ansızın gelen “dünya tatlısı bebeğin” ihtiyaçlarının karşılanma telaşı;  yorgunluk ve uykusuzluktan bitkin genç anneleri bebeklerine karşı garip bir duygu çıkmazına sokuyor.....
Bir yandan kendine hiç vakit ayıramama mutsuzluğu, verilemeyen kilolar, ara verilen kariyere ve eski sakin yaşama bir daha dönememe korkusu da eklenince biraz öfke, ardından vicdan azabı sonra yoğun ve bağımlı bir sevgi patlaması.......
Kısaca lohusalık sendromu diyoruz bu duruma....

 
 
 




Eskiden ailelerle yakın mesafelerdeki evlerde oturulurdu ve böyle anlarda birileri yardım ederdi. Ve yarım saatlik yardım bile bazen depresyon savıcı bir rol üstlenirdi….
Şimdi çekirdek aile zamanı….Genellikle iş ve okuldan arkadaşların dışında hiç kimseyle iletişim kurmadan, oturduğu apartmanda hiç kimseyle komşuluk yapmadan çevreden yalın bir şekilde yaşamanın sonucu olarak insanlar birbirlerinden küçük ama çok değerli yardımları alamadan yaşama mücadelesi veriyor.....
Oysa bazı akşamlar bebeğimizi güvenilir bir yakınımıza emanet edip sinemaya, tiyatroya, yemeğe gitmeye veya gün içinde spor yapmaya bazen de yalnız kalmaya ihtiyacımız var….
Bu tür aktiviteler kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlar….
Sevdiğimiz ve güvendiğimiz insanlardan onların gönüllerini hoş tutarak yardım isteyebiliriz aslında.....
Güleryüzlü olduktan sonra fazla çekinmenize de gerek yok….
Çünkü onlar da minnacık dünyalar güzeli bir bebekle vakit geçirerek mutlu olurlar, yenilenirler, canlanırlar….
Bırakın bazen yakınlarınız size küçük yardımlar yapsın.....
İzin verin, hayatınızın akışında onların da minik dokunuşları olsun....
 
 

26 Haziran 2015 Cuma

Bebek Ağladığı Kadar Bebektir…..


 



Minicik bir bebekle yolculuk yapmak hiç kolay değildir, hatta oldukça zordur……  
Suyu, maması, bezi, giysileri, yastığı, örtüsü, acil ilaçları, oyuncakları derken büyük bir çanta ve bavul ona hazırlanır….. Yolculuk sırasında yanınıza aldığınız çanta, tıklım tıkış her birinden birer ikişer doludur, ama içindekiler yol boyunca her zamankinden daha çabuk tükenir…..
Özellikle otobüs, tren, uçak gibi kalabalık ve gürültülü bir ulaşım aracıyla yolculuk yapıyorsanız eğer bebeğiniz bazen en başından itibaren bazen de bir süre sonra sıkıldığı için gittikçe dozu artan bir şekilde huzursuzlanır......
Adeta isyan eder, her türlü ilgiyi gösterseniz, ihtiyacını karşılasanız dahi bilemediğiniz, dolayısıyla çözemediğiniz bir nedenden ötürü bir süre sonra cıyak cıyak ağlamaya başlayınca siz de ne yapacağınızı şaşırırsınız…..
Çocuklarımın bebekliğinde yolculuk yaparken huzursuzlanıp ağladıkları zaman benim de elim ayağım birbirine dolanırdı....
Bebeğim niye ağlıyor, karnımı aç, bi yerimi ağrıyor acaba, ne sıkıntısı var, ben ne yapabilirim diye paniğe kapılırdım....
Bazen ne yapsam susturamazdım, çaresizce “daha ne yapabilirim acaba” diye çevreme baktığımda diğer insanların sert ve acımasız bakışlarından bebeğimin ağlama sesinden rahatsız olduklarını, susturmayı beceremediğim için adeta beni suçladıklarını hissederdim.
Hissetmek ne kelime, bazılarının yüksek volümlü cık cık seslerini duyardım.....
Eminim ki o cık cık yapıp, ters bakış atanlar da bir zamanlar bebekle yolculuk yapmışlardı.....
Balık hafızalarından olsa gerek, o günleri unutmuşlar ve sizi beceriksizliğinden bebeğinin “on/off tuşunu” bulamayan anne olarak suçlar hale gelmişlerdi ne yazık ki..... 

 




 
Benim bebeklerim kocaman oldular çok şükür.......
Ama ne yolculuk yaparken ne de tatilde, bebek ağlamasından veya çocuk sesinden asla rahatsız olmuyorum.....
Ağlayan bebeğin annesine yardıma ihtiyacı olup olmadığını soruyorum, sakin olmasını derin bir nefes almasını tavsiye edip rahatlatmaya çalışıyorum. Oyun oynayan çocukları şefkat ve keyifle seyrediyor,  kuş cıvıltısı gibi neşeli seslerini dinliyorum. Arada laf atıp sohbet etmeye çalışıyorum.....
Sadece kavga ettiklerinde ve birbirlerini hırpaladıklarında müdahale ediyorum, "hıııı ayıp ayıp" diyorum....
Evimiz 2. katta ve yatak odamızın penceresi sitenin çocuk parkı ve spor sahasına bakıyor. Yaz geceleri geç saatlere kadar eğlenen çocuk sesleri arasında huzurla derin uykuya dalıyorum.....
Bana göre bebek sesi ve çocuk sesi umudun, neşenin, geleceğin sesi…..

Can Yücel usta, “Her Şey Sende Gizli” şiirinde der ki;
Çiçek sulandığı kadar güzeldir, 
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli, 
Bebek ağladığı kadar bebektir. 
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren, 
Sevdiğin kadar sevilirsin...... 


 

24 Haziran 2015 Çarşamba

Kalbin Oruç Tutması; “Havasül Havasın Orucu”







Oruç ibadetini yerine getirdiğimiz mübarek Ramazan ayındayız. Ramazan ayı, Kur'an'-ı Kerim’in indirildiği ay ve Bakara Suresi’nin 183, 184, 185 ve 187. ayetlerinde oruçla ilgili tüm bilgiler verilmiş.

Ramazan’ın kelime anlamı; Arapça (R-M-D) kökünden gelen "Ramad" güneşin sıcaklığının şiddetinden taşların yanıp kavrulması (kuru sıcak), "Ramdâ" ise yaz sonunda yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur anlamını içermektedir. Ramazan ayı, “sıcağın arttığı ay” ve “yazın ardından güz yağmurlarının başladığı ay” …. Manevi olarak her tür aç gözlülüğün, ihtirasın, öfkenin sıcaklığının dinip yerini serinleten yağmura bırakmasını temsil ediyor….. Eğer kötü duygu ve davranışlara karşı kendimizi tutarsak, ardından vicdanımızı rahatlatan, ruhumuzu serinleten, huzura kavuşturan yağmur gelecektir inşallah…..

Bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber efendimiz: "Bu aya Ramazan isminin verilmesi günahları yaktığı içindir." buyurmuşlardır.  

 



Oruç’un kelime anlamı ise Arapça (S-V-M) kökünden “Savm” tutmak demek. Oruç ise Farsça. Ramazan ayında oruç tutan Müslümanlar, “açlıkta” bilgisine, makamına, zenginliğine bakmaksızın eşit hale gelir....
Ancak Orucun dereceleri var.....
- Avamın Orucu; İmsak vakti ile akşam vakti arasında yememek, içmemek ve cinsel ilişkiden uzak durmak suretiyle tutulan oruç.
- Havasın Orucu; Avamın orucu ile beraber duyu organlarına da oruç tutturulmasıdır. Gözü haramdan, dili lüzumsuz sözlerden, yalan ve gıybetten, kulağı kötü şeyleri dinlemekten, eller ve ayakları günaha götüren her şeyden alıkoymakla tutulan oruçtur.
- Havasül Havasın Orucu; “Kalbin oruç tutması”. Peygamberlerin ve sıddıkların orucudur ki, onlar kalplerinden bir kötülük geçtiğinde bile oruçlarının bozulduğuna inanırlar.
Ramazan ayı, insanın bir yandan kendi nefsini daha yakından ve tarafsız olarak tanımasını sağlarken, diğer yandan da böyle bir eğitime ne kadar ihtiyacı olduğunu anlamasına sebep oluyor.......
Dolayısıyla orucun bir ibadet olduğunu ve sadece mide ile değil kalple tutulduğunu asla unutmamamız ve oruçlarımızı kalp orucu haline getirmek için gayret göstermemiz gerekiyor…….



11 Haziran 2015 Perşembe

Paulo Coelho Demiş ki.......

 
 
 
 
 
 
Eğer Bir Gün Yolunuzu Kaybederseniz, Bir Çocuğun Gözlerinin İçine Bakın.
Çünkü, Bir Çocuğun Bir Yetişkine Her Zaman Öğreteceği Üç Şey Vardır;
     1. NEDENSİZ YERE MUTLU OLMAK
     2. Her Zaman Meşgul Olabilecek Bir Şey Bulmak
     3. Ve Elde Etmek İstediği Şey İçin Var Gücüyle Dayatmak.
 
 
 
 
 
 

5 Haziran 2015 Cuma

İnsana Dair; Yek Katre-i Hunest ve Hezar Endişe







Yüzyıllardır Aristo, Descartes, Marks, Nietzsche, Freud, Bergson, Gödel, Sartre, Hegel, Camus gibi birçok bilim insanı ve filozof, derin araştırmalar yaparak insanı tariflemeye ve yaptıklarını anlamlandırmaya çalışmışlar........

Müslüman dünyasının filozofları, Şeyh Sadi Şirazi “İnsan, İçinde Sayısız Endişe Taşıyan Bir Damla Kandır (Yek Katre-i Hunest ve Hezar Endişe)” diyerek İNSANI;

Mevlana ise "Hayvan Hayvanlığı İle, Melek Melekliği İle Kurtuldu. İnsanoğlu İse İkisi Arasında Yalpalayıp Duruyor." diyerek İNSANIN YERİNİ tarif etmiştir.....




 
 
 
 
Hz. Adem ve Hz. Havva’nın cennetten yeryüzüne gönderilmesinden bu yana insanoğlunun iç dünyası huzura kavuşamadı bir türlü…..... 

Cehennem korkusuna rağmen, bir türlü kontrol edemediği BEYNİNİN biyokimyasal aktivitelerinin esiri ve kurbanı olarak kendi türüne, diğer canlılara ve dünyaya zarar veren adeta yok etmeye çalışan tek canlı türü olma özelliğini ısrarla sürdürüyor…..

Aşk, sevgi, şefkat gibi KALBİ duygularla yoğurarak ürettiği sanat eserlerinin sevabı; verdiği zararı ve işlediği günahları affettirmeye ve insanoğlunu tekrar Cennet'e taşımaya yetecek mi….....


 
 
 
 

3 Haziran 2015 Çarşamba

Hekim Olmanın Efsanevi Onuru





 
Fransız hukukçu ve yazar La Bruyere, "İnsanların hayatı sevmeleri, fakat ölüme mahkum olmaları, doktorları daima hatırı sayılır kimseler yapacaktır" demiş, taaaa 17. yüzyılda....

Evet yüzyıllarca hekimler toplum içinde saygın ve özel insanlar olmuşlar…..

Çok değil benim çocukluğumda bile, doktorluk çok seçkin ve saygın bir meslekti, onlar bizim canımızı emanet ettiğimiz insanlardı, yağmur demez kar demez bizim derdimize derman olmak için koşar, bizim için uykusuz kalırlardı ve biz onlardan hem çekinirdik hem de onları çok severdik…..

Bu nedenle ve ailemin de teşvikiyle doktor olmayı seçtim. Tıp fakültesine girdiğim günden bugüne kadar geçen süre içerisinde daha iyi hekim olabilmek ve hata yapmamak için okudum, uğraştım, çalıştım, çalıştım, hala çalışıyorum……

Her hastama “ben veya yakınım olabilir” diye empatiyle yaklaşarak elimden gelenin en iyisini yapmaya gayret ettim, ediyorum…….  
Sadece ben böyle değilim şüphesiz, tüm hekim arkadaşlarımın da böyle düşündüğünden ve kendi sağlık koşulları elverdiğince böyle davrandığından kendim kadar eminim…..


En uzun süre (altı yıl + ömürboyu) eğitim alınan bu cefakar mesleği, bizlere çekici kılan nedir sizce?????
İnsanların sağlığını koruma, hastalıklarına çare olabilme ve acılarını dindirebilme duygusudur. Bu duygu anne olma duygusu gibidir ve  dünyada bu iki duygu kadar değerli başka bir duygu yoktur ………
Başka mesleklerin koşulları ne kadar zor ve ağır olursa olsun,  mensupları mesai saatlerinin veya yönetim tarafından yapılan ekstra görevlendirmelerin dışında normal insan olarak yaşarlar......

Aileleriyle vakit geçirirler,  yemek, ev temizliği, uyku, kişisel bakım gibi fizyolojik gereksinimlerini yerine getirir, sosyal hayatları, kültürel programları, hobileri filan olur…….

Oysa hekimler; öğle izini, mesai saati dışı, gece gündüz, haftasonu, bayram,  tatil,  denizde, uçakta, ailesinin özel gününde hatta kendisi hastayken bile her yerde, her zaman yani  "7/24" göreve hazırdır…..

 
 
 

Hatırlıyorum da yıllar yıllar önce (once upon a time, many years ago)  mecburi hizmet yaptığım şehirde, beraber çalıştığımız  hekim arkadaşlarımızla otobüs tutarak Kapadokya turu yapmıştık. Otobüste arkadaşımız olduğu için bizimle birlikte tura katılan,  …….  mesleği mensubu bir hanım da vardı.  Yolculuk sırasında sanırım trafik veya şoför ile ilgili bir sorun yaşamıştık,  bu …. hanımda otobüsten inerek  gelen görevli kişiyle  bir iki cümle konuşmuştu .....

İşe yarayıp yaramadığını bilmiyorum, olay çözümlenip yolculuğa devam ettiğimizde, bu hanımefendi “bana mesleğimi kullandırdınız” diye salya sümük ağlamaya başlamıştı. Bizim gibi hayatının her anında hizmet sunmayı normal bir durum olarak kabul eden bir otobüs dolusu hekim, bu kaprisi anlamakta zorlanmıştık, bu neyin kafasıydı, neyin mantığıydı…..

Kendisine daha sonra yaptığının anlamsız olduğunu söylemiştim, yolculuk sırasında o hastalansa ONUN İFADESİYLE “mesleğimizi kullandırmayacak mıydık”.  

"Aynı şey değil" demişti.

Ben hala merak ederim?
Aynı şey mi, değil mi???????????

 
 

 

 Diğer bir anım ise daha yeni, çok değil üç yıl kadar önce.....

Ramazan ayında, çok sıcak bir günde, görevli ve randevulu olarak gittiğimiz bir yetkili, öğle tatili oldu diye odasının kapısını kilitlemiş ve öğle tatili bitene kadar bizi kapısında bekletmişti…..

Karşısındaki kişiyi değersiz hissettiren böylesine kaba bir davranışı bir doktor yapar mı? Yapabilir mi?
İnanıyorum ki hiç bir doktor, sağlık çalışanı veya sağlık yöneticisi hizmet sunduğu kişiyi öğle tatili oldu, mesai bitti, sistem kapandı gibi bahanelerle kapıya koyup kapısını kilitlemez...... (Çok istisnai olarak benzer bir durum yaşandığında ise öncelikle meslekdaşları tarafından eleştirilir böyle davranış sahipleri.....)


Şehirlerarası otobüste bile yanımızda oturan kişiye hekim olduğumuzu söyleme gafletinde bulunmuşsak eğer, bize yol boyunca uyku haramdır artık.….

Gideceğimiz yere kadar onun, ailesinin, komşularının bütün sağlık geçmişini dinlemek zorunda kalırız, içimiz geçse bile dürterek uyandırılırız, üstelik hep hekimler kötüdür bu hikayelerde……
Bizim kafa dinlemeye asla ihtiyacımız olamaz, biz insan değil de, masal kahramanı efsanevi bir yaratığız sanki. Akrabalarımız, komşumuz, arkadaşımız, dostumuz hep ilgi bekler,  sömürdükçe sömürürler, üstelik onlara hizmet etmekten memnun, hep güler yüzlü ve coşkulu olmamız beklenir…......






 

Komşumuzun kapısını çalıp bir fincan şeker istemek için gösterdiğimiz kibar, nezaketli ve çekingen davranışı, "vakitsiz bir saatte kapıyı çalıp tansiyon ölçtürmek, enjeksiyon yaptırmak, iş yerimize gelmeden reçetesini yazdırmak, çocuğunun okuldan kaytardığı günler için geçmiş tarihli rapor istemek için" göstermeyen çokbilmiş ve buyurgan komşularım oldu benim.

Gün oldu uykudan uyandım, gün oldu çocuğuma yemek yedirmeyi bırakarak onlara yardımcı olmaya çalıştım…..

Lakin geçmişe rapor vermenin suç olduğunu veya istediği ilacı yazmamın tıbben uygun olmadığını söyleyince azarlandım, kendini beğenmişlikle suçlandım……

ANCAK…… Yıllardır sağlık sorunlarıyla kapımı aşındıran, gece gündüz olur olmaz her yerde telefonla arayıp sağlık sorunlarını mız mız anlatarak beynimi yiyen, tansiyonu çıksa evine çağıran, iş yerime gelip sıra beklemeden hizmet almak isteyen ve alan, başka bir kurumda veya hastanedeki muayenesi veya tetkiki için işimi bırakıp elinden tutup götürmemi bekleyen, “insanlık hali olur ya kendime ait bir sıkıntı nedeniyle” bi kerecik az ilgi göstersem binbir kapris yapan o insanlara; kırk yılın başı onların işiyle ilgili bir konuda  sadece ve sadece danışmak zorunda kaldığımda “bana mesleğimi kullandırdınız”  tadında bir fiyaka, bir hava, afra, tafra ile beni bin pişman ettiler…….

Sağolsunlar........
 
 
 


Allah aşkına, 7/24 başka hangi mesleğin mensubunu taciz etme hakkını kendimizde görebiliriz. Veya hangi meslek mensubu buna izin verir…….

Kuaföre, terziye, bankaya, vergi dairesine, çocuğumuzun okuluna gittiğimizde gösterdiğimiz nezaketi, canınızı emanet ettiğiniz hekimlere neden göstermiyorsunuz....

Meslek hayatı boyunca "bizim vergimizle buradasın" cümlesini duymayan hekim var mıdır veya bu cümleyi bu kadar sık duyan başka bir meslek gurubu var mıdır?

Son yıllarda  sağlık çalışanlarına özellikle doktorlara yönelik öfke ve şiddeti anlamakta güçlük çekiyorum…….

Sizin ve ailenizin hastalıklarına çare olabilmek için; bu kadar çok eğitim gören, sürekli okuyan, kendi hayatından ve ailesine göstereceği ilgiden fedakarlık eden, iyi niyetli, samimi,  sizin sağlığınız en büyük kaygısı olan ve bu stres altında akıl, emek, gayret harcayan, uykusuz kalan doktorlara ve sağlık çalışanlarına lütfen anlayışla yaklaşınız……

Artık "hatırlı kişi" filan olmaktan vaz geçtim,  lütfen  “BİZİM DE İNSAN OLDUĞUMUZU UNUTMAYINIZ” ve bizlere de herhangi bir kişiye gösterilmesi gereken saygı kadar saygı gösteriniz…….

Şehit olan meslekdaşlarıma Allah'tan rahmet, ailelerine sabır diliyorum…….