14 Haziran 2018 Perşembe

Kalabalık ya da Yalnız Yaşama Tercihi

.



Bazı insanlar vardır, günün çoğu vaktini çevrelerindeki birçok insanla geçirmekten hoşlanırlar, kalabalık olmaktan keyif alırlar. Kendileri için ayırdıkları zaman dilimi mutlaka vardır ama yalnız yaşamaktan hoşlanmazlar. Büyük sofralar, sık sık buluşulan akrabalar, neşeli kanka grupları, evlilik, çocuklar, evcil hayvanlar, ev bitkileri onların vazgeçilmezleridir......

Bazı insanlar vardır ki son günlerin popüler tabiriyle "cool" diye tanımlanan.

Kalabalık, gürültü sevmeyen, samimi iletişim kurmaktan hoşlanmayan, zamanı çok değerli olup çoğunu kendisi için harcayan, naif yetenekleri olan, çok kitap okuyan, sık sinemaya giden (özellikle işaret ettiğim kimse yok, hani derler ya "sözüm meclisten dışarı" misali) bol bol yalnız seyahat eden, evlilikten uzak durup çocuk seslerini gürültülü bulan kısaca başka bir canlının sorumluluğunu almaktan kaçınan.


Şüphesiz her iki duruşu seçenlere saygımız var. Ve her iki duruşun avantaj ve dezavantajları var.......









Kalabalık yaşamayı sevenler daha çok enerji harcarlar hem iletişim yönetimi hem de bedensel olarak.

Eeee geniş sofralara çeşit yiyecekler hazırlamak emek ister şüphesiz. Evlilik, çocuklar, arkadaşlar, ev hayvanları, ev bitkileri hepsi sorumluluktur, ilgi ister, sevgi ister….

Kısa bir seyahate çıkarken bile çocuklar için kocaman bavullar hazırlanır, çiçekleri, kedi, köpek, kuşları kimin bakacağının planlanması gerekir.

Bu koşuşturmaca çok yorar insanı. Bazen kullanıldığınızı, sömürüldüğünüzü bazen kimselere yaranamadığınızı hissedersiniz.

Ancaaaak özellikle hastalandığınız zaman ya da hayatınızın zor dönemeçlerinde yanınızda, çevrenizde birçok insan olur ve ilgiyle, şefkatle, sevgiyle size destek olurlar. İlginin, şefkatin, sevginin tedavi edici etkisiyle daha çabuk toparlarsınız.






Yalnızlığı seven, tercih edenlerdenseniz eğer, sakin ve kaliteli zaman geçirirsiniz, neredeyse her dakikanızı planlama özgürlüğünüz vardır. Seyahate çıkmak daha pratiktir, kimse ayak bağı olmaz size. Küçük bir bavul hazırlayıp kapıyı çekip gidebilirsiniz istediğiniz her yere. Evinizde her şey yerli yerinde, derli toplu, eşyalarınız ilk alındığı günkü gibi  yeni ve tertemizdir.

Fekaaaat hastalandığınız zaman ya da hayatınızın zor dönemeçlerinde  kendinizi kalabalık yaşayanlara göre daha aciz ve kötü hissedebilirsiniz. Çünkü yanınızda bir tas çorba yapacak, sırtınızı sıvazlayacak, sen aslansın yaparsın diyecek kişi sayısı yok denecek kadar azdır...... 








Ne denir, tercih sizin, zevkler ve renkler tartışılmaz......

Neşeli, güzel ve kalabalık bir bayram geçirmeniz dileğiyle……



5 Haziran 2018 Salı

Konsantrasyonumu Hangisi Bozuyor Acaba?????

.





Kitap okurken, müzik dinlerken, güzel bir manzara seyrederken, nefis bir yemek yerken, ibadet ederken, sevdiklerimizle güzel vakit geçirirken kısaca bile isteye, severek, hevesle yaptığımız işlerde ve tadını çıkarmak istediğimiz anlarda bile beynimiz kısa devre yapar ve ne o anla ne de konuyla alakası olmayan bir düşüncenin içinde olduğumuzu fark ederek kendimizi kötü hissederiz.

Oysa her yerde karşımıza çıkan, desteklenen mottodur "anı yaşamak".

Söylemesi kolaydır ama uygulaması çok zordur.....

Misal uzun süredir yazamıyorum, yazmaya konsantre olamıyorum, dikkatimi veremiyorum bir türlü. İşim mi çok ilhamım mı yok bilemedim.....

Ve sonuç olarak farkına vardığımızda içimizi suçluluk duygusu sarar, neden ve niçin konsantrasyonumuz bozulmuştur, anda kalamamışızdır diye kendi kendimizi sorgular, suçlarız. 

Peki suçladığımız hangi kendimizdir ya da tam olarak neresidir bize bu oyunları yapan yer?????

Zihin, akıl, fikir, zeka, hafıza, bilinç, ruh, vicdan, gönül, kalp…..

Bilen var mı hangisi?????

22 Mart 2018 Perşembe

Yeni Yorgan Al O Zaman……

.


 
 

Atasözlerimizin çoğu yüzyıllardır geçerliliğini koruyor. Hepimiz içinde olduğumuz birçok durumu açıklamak, yol almak, kıssadan hisse çıkarmak için sık sık onlara başvuruyoruz.
Lakin günümüzde teknolojinin ilerlemesi, üretimin ve tüketim malzemelerine ulaşımın artması gibi nedenlerle bazı atasözlerini tarihin tozlu raflarında saklamak gerekiyor.
Misal; “ayağını yorganına göre uzatmak”……
 
 
 
 
 
 
Açıklayayım hemen, şöyle ki.....
Eskiden yorganlar yünden yapıldığı için (masallardakiler kuş tüyünden) maddi manevi çok kıymetliydi, çoğunlukla evler sobalı olduğundan yün yorgansız ısınamazdı hiç kimse. Kızlar evlenirken rengarenk satenlerle süslenmiş yün yorganları çeyizlerinde getirirdi.
Çeyizlik yorganlar, ömür boyu kullanıldığı için yaz gelince temizliğini, bakımını yapmak gerekirdi. Ailenin hatta tüm mahallenin kadınları toplanır, balkonda,  terasta, bahçede, dere kenarında hatta sokaklarda şenlik halinde yorganlar sökülür, soğuk sularla (sıcak olursa yün keçeleşir) yünler yıkanır, sularının süzülebileceği bir yerlere asılır, daha sonra hafif nemliyken hallaç yapılır (kabartılır), tekrar kurutulur ve aynı yünler aynı yorgan bezine (astarlık ya da mitillik bez) koyularak dikilir kışa hazırlanırdı.
Yorgan bezi de her yıkamada çektiği için yorganın boyu kısalırdı herhal…..
Bu durumda soğuk kış gecelerinde üşümemek için ayağını yorganına göre uzatmak zorunda kalırdı insanlar….. 
 

 
Peki şimdi durum nedir??????
Bir kere evlerin çoğu kaloriferli, kışın soğuğu evlerde fazla hissedilmiyor bile. Elyaf yorganlardan daha sağlıklı diye bambu yorganlara geçildi çoktan. Bu yorganları yılın her mevsiminde otomatik çamaşır makinelerinde yıka yıka kullanabiliyorsunuz.
Ayrıca yorgan boyları da kullanacak kişinin boyuna göre satın alınabiliyor "battal boy" bile var…..
Demem o ki; artık ayağınızı yorganınıza göre uzatmak için iki büklüm yatmak zorunda değilsiniz. Baktınız yorgan kısa geliyor, boyunuza uygun yeni bir yorgan satın alabilirsiniz….
Kıssadan hisse; her şeyde daha büyük düşünebilirsiniz, ben kimim ki, bu benim boyumu aşar, yapamam, başaramam demeden daha çok çalışıp hayallerimize ulaşabiliriz……
 

 

İletişimde Çay ve Kahvenin Anlamı

.
 
 
 
 
Evimize, ofisimize gelen misafirlerimize eğer çay ikram ediyorsak o kişiyi kabul edip olumlu iletişim kurmak istediğimizi göstermiş oluyoruz. Misafirimizin de çay içme teklifimizi kabul etmesi ve çayı içmesi bilmukabil duygular içerisinde olduğunu bize hissettirir. Çay günceldir, içimizi ısıtır, bizi mutlu eder....

Peki ya kahve ikramı.

Kahve bir rütbe daha üst makamdadır, daha değerlidir. Bir bardak çaya nispeten pahalı ve kişiye özel hazırlanır. Sade, orta, şekerli vs. Sunumu daha bir özen ister. Daha yaşlı, önemli ve de değerli misafirlere ikram edilir. Ama çaya göre biraz ciddiyet vardır. Çekince vardır.

Kız isteme törenlerinin baş rolündedir. Damat adayına özel olarak tuzlu, biberli yapılabilir.

Osmanlı, dibek, damla sakızlı ve menengiç kahveleri gibi klasik kahveye alternatif olarak çeşitli aromalarda, kafeini düşük olması dolayısıyla "kan basıncını zıplatmayan"   kahveler ise çok daha özel misafirler için saklanır......

Çay da, kahve de misafirperverliğimizin göstergesidir ve güzel iletişim kurmak için çok önemlidir vesselam…..


 

15 Şubat 2018 Perşembe

Çatıya Nasıl Çıkılır

.
 
 
 
 
Bir varmış bir yokmuş, günlerden bir gün, üst düzey bir kurumun psikolojik sorunları olan bir personeli yönetim binasının çatısına çıkmış ve "şu kişi buraya gelmezse kendimi aşağıya atacağım" diye bağırmaya başlamış.

Herkesin yüreğini ağzına getirmiş. Neyse kısa sürede intihar girişiminde bulunan kişi ikna edilip sakinleştirilmiş ve aşağıya indirilmiş……

Kurumun oldukça otoriter yöneticisi, çatıya çıkan kişinin atlama ihtimali stresi ve güvenlik zaafiyetine sıfır toleransın öfkesi ile güvenlikten sorumlu en üst düzey personelini çağırmış ve "güvenliğin haberi olmadan bu kişi çatıya nasıl elini kolunu sallayarak çıkabilir" diye yüksek sesle bağırmış…. 
 
 

 
 
 
 
 
Güvenlikten sorumlu en üst düzey personel, telaşla "efendim, şöyle arz edeyim, zaten vahim olan durum bu” demiş. Çünkü “çatıya çıkan kişi” binanın girişindeki güvenlik masasına gelmiş ve “binanın çatısına nasıl çıkılır” diye sormuş. Güvenlik görevlisi de çatı katına beraber çıkıp çatıya açılan kilitli kapıyı açmış.

Ben bu olayı duyunca; Kurumun oldukça otoriter yöneticisinin yüzünün şeklini tahmin etmeye çalıştım ve çok güldüm. Güvenlikten sorumlu en üst düzey personel ile kişiyi çatıya çıkarıp kapının kilidini açan güvenlik görevlisine ne kadar fırça attığı ise efsanevi bir şekilde anlatılıyor.

Şaka bir yana güvenlik görevlilerinin bilgi, tutum ve davranış zaafiyeti açısından oldukça trajikomik bir hikaye…..

 

19 Ocak 2018 Cuma

Juno ile Jüpiter

.



 
 
Malumunuz gezegen isimleri, bilimsel bir anlamdan ziyade Roma ve Yunan mitolojilerinden esinlenerek koyulmuş.....

İçten dışa sırasıyla Güneş (Helios, Apollo) Merkür, Venüs, Dünya “Gaia” Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün ve 24 Ağustos 2006 tarihinde Uluslararası Astronomi Birliği tarafından gezegen olmaktan çıkarılarak cüce gezegenlere dahil edilen Pluton. Ay (Luna) başta olmak üzere gezegenlerin uyduları, Mars ile Jüpiter arasındaki asteroid kuşağındaki cüce gezegen Ceres. Hepsi de mitolojik karakterlerden birinin ismini taşıyor......

Gezegen isimleri ile başlayan alışkanlık keşif için gönderilen uzay aracı isimleri (Apollo serisi, Phoenix, Ulysses, Irıs, Juno) ile sürdürülüyor.....

“Juno ile Jüpiter” mitolojide sevgili oldukları için Jüpiter’e gönderilen uzay aracının ismi de JUNO olmuş doğal olarak….





  

Şüphesiz Türkler, Sümerler, Babilliler, Mısırlılar, Çinliler de tarih boyunca gökyüzünü keşfettikçe gördükleri nesnelere isimler vermişler.
Türkler Güneş’e Kün-Toyon demişler, gezegenlere (Gazanfer) sırasıyla;  Erdenay, Çolpan (Çoban Yıldızı), Yertinç, Kızıldız, Erendiz, Sekendiz, Altayhan, Talayhan.

Arapça ve Farsça’da ise Güneş’e “Afitap, Şems”, gezegenlere (Seyyare) sırasıyla; Utarid,  Zühre, Merih, Müşteri, Zuhal, Uranüs, Nebtün ve Ay'a  Mah, Kamer ismi verilmiş…..





   
Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn çıplak gözle görülebilen gezegenler olup en iyi gözlenebilenleri Venüs ve Mars.
Jüpiter; Venüs ve Mars gezegenlerine kıyasla daha uzun süre gözlenebilen bir gezegen. Kavuşum dönemi yaklaşık olarak 13 ay,  bu 13 ayın beş ayında geceleri, beş ayında gündüzleri daha net gözlemlenebiliyormuş.

Jüpiter’in  kaydedilen ilk gözlemi M.Ö.  sekiz bin yılında Babilliler tarafından yapılmış. Galileo ise 1610 yılında Jüpiter'in en büyük dört uydusunu (Io, Europa, Ganymede ve Callisto) keşfetmiş.....
 






Jüpiter’de; "bir gün” ekvatorda 9 saat 50 dakika, kutuplarda 9 saat 55 dakika, “bir yıl” yani “Güneş'in çevresinde bir tur atması” 4332 Dünya günü (yaklaşık 12 yıl) sürüyor ve Güneş'e uzaklığı 750 milyon kilometre, güneş ışığı Dünyamıza 8 dakika 20 saniyede, Jüpiter’e 43 dakikada ulaşıyor.




 


NASA (Uluslararası Uzay İstasyonu)  tarafından 2011 yılında fırlatılan insansız uzay aracı JUNO, “5 yıl süren” yolculuğun ardından Jüpiter'in yörüngesine 4 Temmuz 2016 girmiş.
Juno’nun Jüpiter’e yaklaştıkça devasa yerçekimi nedeniyle hızı artarak 240.000 kilometre/saat hıza ulaşmış ve insan yapımı en yüksek hıza ulaşan nesne unvanını almış.
Jüpiter yörüngesinde "Perijove 0" noktasına (uzay aracının Jüpiter'e en yakın olduğu nokta) yerleşen ve kamerası JunoCam ile elde ettiği görüntüleri belli aralıklarla paylaşan Juno’nun görevi bu yıl Şubat ayında bitecekmiş.
Görüntüler hayranlık verici güzellikte, nefes kesici, muhteşem, müthiş......
 
 
 


10 Ocak 2018 Çarşamba

Kibir İle Tezellül Arasında “Tevazu'da” Dengeyi Bulabilmek Kolay Mı?????

.

 

Geçen hafta çok değerli bir öğretim üyesinin emeklilik törenine katılmıştım. Böyle törenlerde adettendir, başta emekli olan kişi olmak üzere yakınları kürsüye çıkıp konuşma yaparlar. Özellikle uzun yıllar beraber çalışılan mesai arkadaşları geçmiş günlerden değişik anıları anlatırken bol bol emekli olan kişiyi öven cümleler kurarlar.....

Ama ne hikmetse, kürsüye çıkan herkesin anılarını paylaşırken konuşmalarını daha çok kendilerini öven cümlelerle süslemeleri dikkatimi çekti. Hangi düzeyde olursa olsun insanın önce kendini övmelere doyamadığını, tevazuda zorlandığını bir kez daha anladım.....

Oysa başta dinimiz olmak üzere bütün dinler, gurur ve kibri yasaklar, alçakgönüllü ve tevazu sahibi olmayı tavsiye eder insanlığa…..

Kibir, insanın kendisini olduğundan büyük görmesi, başkalarını ise kendinden küçük görerek gururlanması, tezellül ise kendini hor ve hakir görmesi, başkalarından aşağıda tutmasıdır. 

Mütevazı davranışlar, insanların birbiriyle anlaşmasına, destek olmasına ve birbirini sevmesine yardımcı olur. Kendini övmekten kaçınan, teşekkür etmeyi bilen, takdir cümleleri kurabilen, empati yapabilen, merhamet sahibi  “alçak gönüllü ve tevazu içindeki insanlar” huzur ve dinginlik hissederler.....   

Kibirli davranışın makbul olmadığı gibi mütezellil davranış ta pek makbul değil…..
Belki de Spinoza’nın dediği gibi  “Kendini hep küçük gören, kibirli olmaya en yakın insandır.”  


 
 
 
 
 
 

Kibir ile Tezellül arasında “Tevazu'da” dengeyi bulabilmek için Divan Edebiyatının büyük şairi Şeyh Galib’in dizelerini okuyup düşünelim…..
 
Ey dil ey dil neye bu rütbede pür-gamsın sen
Gerçi virane isen genç-i mutalsamsın sen
Secde-ferma-yi melek zat-ı mükerremsin sen
Bildiğin gibi değil cümleden akdemsin sen
Ruhsun nefha-i cibril ile tev’emsin sen
Sırr-ı Hak’sın mesele-i ısi-i meryemsin sen

Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen.

 
 

22 Aralık 2017 Cuma

Kış Güneşi

.
 
 
 

Aralık ayının 21’i, en uzun gece, en kısa gün…..

Size de oluyor mu bilmiyorum,  mevsimsel olarak benim duygu durumum değişiklik gösteriyor, yaşama sevincim azalıyor güneşi az gördüğümüz kısa kış günlerinde.....
 

Adeta hafif bir anestezik koklamışçasına, duygusal olarak kış uykusu moduna geçiyorum. Üzerime bir rehavet hali, uyuşukluk çöküyor, kendimi yorgun hissediyorum, uyuma isteğim artıyor, mızmızlaşıyorum ve en önemlisi tipik bir yengeç olarak zaten alınganım, bu kısa günlerde alınganlığın dozunu artırıyorum…..
 
 
 


  
Güneş ışığının antidepresan etkisi var kesinlikle, vücudumuzu, içimizi, ruhumuzu ısıtıyor. Güneş ışığını sömürdüğümüz saatler azalınca serotonin hormonumuz düşüyor, melatonin hormonumuz ise artıyor..... 
Melatonin ışık etkisiyle baskılanan, uykuya dalmamızı sağlayan hormonumuz. Yaniiii, bu hallerimizin esbab-ı mucibesi…..

Peki ya günlerin iyice kısaldığı kuzey ülkelerinde yaşayanlar nasıl geçiriyorlar bu uzun upuzun geceleri. Ülke olarak şanslıyız yine de……



 

11 Aralık 2017 Pazartesi

Gönlü Açık Olanın Yolu da Açık Olur…..

.

 
 
 

Geçen ay yaptığım İstanbul seyahatinde, Nevizade sokakta Mirkelam konserine de gitmiştim. Salon gençlerle doluydu ve ben yakışıklı oğlumla çok keyifli bir akşam geçirmiştim.

Mirkelam'ın tüm şarkılarını bildiğimi sanırdım ama "Yollar" şarkısına dikkat etmemişim meğer. Şarkının müziği ve sözlerine bayıldım, ertesi hafta sonu İzmit'e  yaptığım otobüs yolculuğunda bu şarkıyı dinledim defalarca.....

Yukarıdaki fotoğrafı  tesadüfen yakalayınca, yol ve yolculuk hakkında düşünceler beni sardı ve yol hakkında söylenmiş sözleri araştırdım biraz......



 
 

Bir yol varsa hakikate varan, bir yolcu lazım kendini arayan. Bir hancı varsa yolcuları ağırlayan, bir aşk lazım yola koyduran. Mevlana

Uzun ince bir yoldayım. Gidiyorum gündüz gece. Bilmiyorum ne haldeyim. Gidiyorum gündüz gece. Aşık Veysel

Yola çıktıklarını yolda bulduklarına değişirsen; hem yolunu kaybedersin, hem dostunu. N.F.Kısakürek

Aynı yolu beraber yürüdüğümüzü sandığımız insanlar, aslında bize sadece gidecekleri yere kadar eşlik ediyor. M. Twain

Eğer yürüdüğünüz yolda güçlük ve engel yoksa bilin ki o yol sizi bir yere ulaştırmaz. B.Shaw

Gideceğin yoldan eminsen, engeller dinlenme noktan olmaktan öteye gidemez. P. Coelho
 
Mutluluk, gidilen yolun üzerindedir, yolun sonunda değil. Yolun sonunda olsa, ona varıldığında yol bitmiş ve vakit de geçmiş olurdu. Mutlu olmanın zamanı ise bugündür, yarın değil. Mevlana
 
 
 

22 Kasım 2017 Çarşamba

İstanbul Zamanım Gelmiş….

.
 
 
 
 

Otuz küsur yıldır Ankara’da yaşamak kolay değil. İnsanı yoruyor....

İş yoğunluğunun sürekli koşuşturmaca temposu, bazen kasvetli bazen gergin gündem belli bir süre sonra beni en küçük bir olumsuzluğa dahi tahammül edemeyecek hale getirdiğinde, hoooop “ içinde deniz ve sanat olan bir şehire” kaçıyorum.

Kısacık bir tatil bile kendimi toparlayabilmemi sağlıyor. Özellikle de eşsiz güzellikteki İstanbul bana çok iyi geliyor…..

Geçen hafta iyice yoruldum, bitkinleştim sonra aklıma geldi birden ve “sakin ol, senin İstanbul zamanın gelmiş" dedim kendime. Nefesimi tuttum ve atladığım gibi soluğu Boğaz kenarında aldım….

Oh ki ne ohhhhhh….
 
 
 
 

 
 
İki gün içinde her dakikayı değerlendirme paniğimle, şekerci dükkanına girmiş çocuk gibi hissediyordum. Ankara’daki ağır hanımefendi formatından “kalbi anlamsız sevinçlerle dolu çocuk” formatına geçtim hemen.

Oğlum bana program hazırlamış, cumartesi sabahı kahvaltı için yeni keşfettiği yerlere götürüyor, ama ben bir şeyleri eksik hissediyorum ve galiba bir çocuk gibi bakışlarıma yansıtıyorum orayı benimsemediğimi, beni heyecanlandırmadığını. Çünkü benim gibi Ankara’dan gelen birinin İstanbul ziyareti mutlaka deniz kenarında olmalı. Kahvaltıyı hızlıca bitirip Boğaz’ı gören bir program yaptık….

Veeeee sanat zamanı. İlk durak Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesinde (SSM) , Çinli sanatçı Ai Weiwei’in  “Ai Weiwei Porselene Dair” sergisi….

 
 
 
 
 
 

Girişte Ai Weiwei önce sözleriyle karşılıyor bizi. “Hayat sanattır. Sanat hayat. İkisini hiçbir zaman ayırmam (Life is art. Art is life. I never separate them).


 
 
 
 
 
 
Ai Weiwei’in sergisinde ağırlıklı olarak olağanüstü etkileyicilikte porselen çalışmalarının yanı sıra duvar kâğıdı ve fotoğrafları da yer alıyor. Porselenlerin eşsiz güzelliği ve mesajlarının yanı sıra renklerinin canlılığı, pozitifliği de beni etkiliyor......

 
 
 
 
 
 
 
SSM’de her sergi sonrası olduğu gibi, güneşi batırana kadar müzenin terasında bir fincan kahve ve bir dilim kek eşliğinde Boğaz manzarasıyla büyülenme zamanıdır artık....
 
 
 
 
 
 
 

Şehri İstanbul’da sabah akşam günün her vaktinde etkinlik çok, vakit az….

Şansıma bir seramik sergisi daha var….

2001 yılında okuduğum Ayşe Kulin’in biyografik romanı sayesinde tanıdığım ilk Türk kadın seramik sanatçısı Füreya’nın sergisi. Sanatçının bugüne kadar gerçekleştirilmiş en kapsamlı retrospektif sergisiymiş. Hem de restorasyonu yeni tamamlanan Akaretler ‘deki Sıraevler’deki 1.500 m2’lik alana yayılan galeride.

 
 
 
 
 
 
 
Sergide Füreya’nın ürettiği seramiklerle beraber fotoğraflar, kişisel eşyalar ve aile bireylerine dair bilgi ve belgeler de sunuluyor. 2001 yılında Füreya’yı okuduktan sonra ailenin diğer üyelerinden Şirin Devrim’in  “Şakir Paşa Ailesi” ve Nermidil Ernel Binark’ın “Şakir Paşa Köşkü” kitaplarını da okumuş olduğum için aile üyelerini iyi tanıyorum, hiç yabancı gelmiyor gördüğüm fotoğraflar ve hikayeleri….  
 
 
 
 
 
 
 

Hafta sonu boyunca güzelliklerle kendimi besledim, doldurdum, yenilendim ve Ankara’ya döner dönmez Füreya’nın Ulus Anafartalar Çarşısının girişinde yer alan dev seramik duvar panosunu arayıp buldum. Daha önce onlarca kez önünden geçmiş olmama rağmen fark etmemenin utancıyla seyrettim ve dokundum uzun uzun.....

Fotoğraf çektiğimi gören, gelen geçen insanlar hayretle bakarken umarım dikkatlerini seramiklerin güzelliğine çekebilmişimdir diye diledim…….

Hayat sanattır. Sanat hayat…..