18 Ocak 2016 Pazartesi

Panik Yok, Stres Yok……

 



Algısı, sezgisi yüksek bir çocuktum …..
Annemi ve babamı üzenleri hemen hissederdim, onları yıllarca maddi manevi yıpratan akrabalarımızı hiçbir zaman sevmedim, hatalarını anladıkları için ya da pişkinliklerinden iletişim kurmaya çalışsalar bile yüzlerine bakmadım.....
Bu çeşit akrabalar evimize geldikleri zaman paniğe kapılırdım annem babam yine üzülecekler diye, ortamı değiştirmek için maymunluklar yapardım.  Babacığımın cenazesinde döktükleri timsah gözyaşlarını da yutmadım ve hiç birisini affetmedim…..   
Kavgayı hiç sevmedim hayatım boyunca. Yanımda yüksek sesle bile konuşulmasından hep rahatsız oldum. Kavga edip bir şey olmamış gibi devam eden yine kavga edip yine barışan, sarmaş dolaş olan insanları hep şaşkınlıkla izledim. Kavga etmenin sevgilerini beslediğini söyleyen mazoşistlerden hele hiç haz etmedim……  
 

 
 
 

O gün bugündür iş yerinde, arkadaş ortamında veya bayram seyranda akrabalarla bir araya geldiğimizde bir gerginlik hissettiğim zaman önceliğim çocukken yaptığım gibi yine ortamı yumuşatmaya çalışmak ve arabulucu rolünü üstlenmektir. Gayet güzel bir şekilde ortamı sakinleştirmeye ve çözüm bulmaya çalışırım. Hatta bazen insanları ikna edebilmek  için gereksiz yere uzun konuştuğum da olur….. 

Ama nafile bir çabadır bu, çünkü bazı insanlar umutsuz vakadır. Kötülerin kötü olmaktan zevk aldıklarını görmenin, düzelmeyeceklerini tecrübe etmenin kazandırdığı bir refleksle bu tür insanları hayatımdan çıkarırım bir süre sonra…..

Birisinin damarına basmak, laf sokuşturmak, üzüldüğü bir konuyu inadına açıp kurcalamak normal insanın yapacağı işler değil bence. Lakin bazı akrabalar, komşular, işyeri çalışanları, arkadaş zannedilenler fırsat kollar acıtmak, incitmek için, karşısındakinin çektiği sıkıntıdan, üzüntüden zevk alırcasına. Bazen zaten hoyrat ve kaba insan oldukları için bazen de bir şeylerin intikamını almak için…..

Yaş kemale erince artık akıntıya kürek çekmeyi bıraktım, belki kolaycılık yapıyorum ama kimse değişmiyor, iflah olmuyorsa niye kendimi yorayım, üzeyim, sıkayım ki…..

Beni kaybetmek istemeyen değer verir, dikkat eder, sesini yükseltmez, kibar olur….
Birisine değer veriyorsanız eğer onu incitmekten kaçınmak bir zorunluluktur, bilmeden incitip farkına varınca hemen düzeltmek gerekir.
 
Dün gece rahmetli babacığımı rüyamda gördüm. Hayırdır inşallah rahmet istedi babam dedim ve bu satırları yazdım……

Böyleyken böyle…..

 

 

8 yorum:

  1. Yazını okuyunca aklıma bir masal geldi:)

    Bilinmez bir zamanda, bilinmez bir diyarın köy meydanında koskocaman, yaşlı mı yaşlı bir ağaç varmış. Bu ağacın dalları ellerini iki yana açmış dua eder gibi görünürmüş. Dallarının üzerinde muhteşem meyveler varmış.

    İnsanlar bu ağacın altında otururlar, piknik yaparlar, salıncak kurarlar, çocuklar oyunlar oynar, sevgililer kucaklaşırmış ama kimse el uzatıp meyvesini koparmazmış. Çünkü bu ağacın bir tarafı zehirli bir tarafı şifalı meyvelere sahipmiş. Ve bu ağaç o kadar eski zamanlardan beri buradaymış ki, hangi taraf zehirli hangi taraf şifalı unutulmuş. Hatırlamıyorlarmış.

    Günlerden bir gün köyün en yaşlı adamının torunu hasta olmuş. Ne yapsalar iyileştiremiyorlarmış. Doktorlar öleceğini söylemişler. İhtiyarın aklına ağaç gelmiş. Demiş ki, ben bu meyvelerden yiyeceğim. Kopartığım meyve beni zehirler ve öldürürse, demek ki diğer taraftaki meyveler şifalı, hemen hayat veren tafaftan koparın ve torunuma yedirin. Ben yaşadığım kadar yaşadım zaten, tornum iyileşsin.

    İhtiyar adam, ağaçtan bir meyve koparıp yemiş. Birdenbire ak saçları kararmaya, buruşuk yüzü gerilmeye, kambur sırtı dikleşmeye başlamasın mı? Çok sevinmişler ve ağacın bu tarafındaki meyveden hasta çocuğa yedirmişler. Çocuk hemen iyileşivermiş.

    Bütün köy halkı çok sevinmiş. O gece düğün bayram etmişler. Gece yatıp yataklarına uyumuşlar. Amaa... İçlerine bir vesvese düşmüş. Ya gene ağacın şifalı ve zehirli tarafını unuturlarsa... Hemen yataklarından çıkmışlar. Ağacın zehirli tarafındaki dalları kesmeye karar vermişler. Ve zehirli taraftaki dalları kesmişler.

    Sabah olunca sevinç içinde yataklarından çıkmışlar. Bir bakmışlar ki o ne? Ahh! Ağacın tamamı çürüyüp yok olmamış mı?

    Derler ki, çirkinlik olmadan güzelliğin, gece olmadan gündüzün, kötülük olmadan iyiliğin kıymetini bilemeyiz. Hayat çelişkilerle doludur. İyi görmediğimiz insanları da kucaklamayı öğrenmezsek, hayatın anlamını anlamakta gecikebiliriz.

    Böyleyken böyle:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doğru söze ne denir. Haklısın. Teşekkür ederim......

      Sil
  2. Bazen kendi ruh sağlığımız için affedebilmeliyiz. En azından onu olduğu yere bırakıp yola devam diyebilmeliyiz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doğru söze ne denir. Haklısın.
      Sorun bende biliyorum. Belki fazla duyarlıyım belki de kindar. Teşekkür ederim......

      Sil
  3. Yapılan kötülükleri kendimiz için affetmeliyiz.Ama bu,canımızı yakan kişileri bagrımıza basmamız anlamına gelmemeli.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet bu konuda haklısınız, çürük patates çuvalını sırtımıza yük etmememiz lazım (bu anekdotu biliyorsunuz). Bu nedenle ilk çöp tenekesine bırakarak kurtulmak lazım DİYORUMMMMMM (nokta).

      Sil
  4. Sevdiklerimizden gelen kötülük, sevmediklerimizden gelen iyilik kadar acıdır.

    Cemil Sena Ongun

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevmediğimden gelen iyilik "eğer muhtaç durumda değilsem" neden acı versin ki??????
      Allah kimselere muhtaç etmesin......

      Sil

.