22 Kasım 2017 Çarşamba

İstanbul Zamanım Gelmiş….

.
 
 
 
 

Otuz küsur yıldır Ankara’da yaşamak kolay değil. İnsanı yoruyor....

İş yoğunluğunun sürekli koşuşturmaca temposu, bazen kasvetli bazen gergin gündem belli bir süre sonra beni en küçük bir olumsuzluğa dahi tahammül edemeyecek hale getirdiğinde, hoooop “ içinde deniz ve sanat olan bir şehire” kaçıyorum.

Kısacık bir tatil bile kendimi toparlayabilmemi sağlıyor. Özellikle de eşsiz güzellikteki İstanbul bana çok iyi geliyor…..

Geçen hafta iyice yoruldum, bitkinleştim sonra aklıma geldi birden ve “sakin ol, senin İstanbul zamanın gelmiş" dedim kendime. Nefesimi tuttum ve atladığım gibi soluğu Boğaz kenarında aldım….

Oh ki ne ohhhhhh….
 
 
 
 

 
 
İki gün içinde her dakikayı değerlendirme paniğimle, şekerci dükkanına girmiş çocuk gibi hissediyordum. Ankara’daki ağır hanımefendi formatından “kalbi anlamsız sevinçlerle dolu çocuk” formatına geçtim hemen.

Oğlum bana program hazırlamış, cumartesi sabahı kahvaltı için yeni keşfettiği yerlere götürüyor, ama ben bir şeyleri eksik hissediyorum ve galiba bir çocuk gibi bakışlarıma yansıtıyorum orayı benimsemediğimi, beni heyecanlandırmadığını. Çünkü benim gibi Ankara’dan gelen birinin İstanbul ziyareti mutlaka deniz kenarında olmalı. Kahvaltıyı hızlıca bitirip Boğaz’ı gören bir program yaptık….

Veeeee sanat zamanı. İlk durak Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesinde (SSM) , Çinli sanatçı Ai Weiwei’in  “Ai Weiwei Porselene Dair” sergisi….

 
 
 
 
 
 

Girişte Ai Weiwei önce sözleriyle karşılıyor bizi. “Hayat sanattır. Sanat hayat. İkisini hiçbir zaman ayırmam (Life is art. Art is life. I never separate them).


 
 
 
 
 
 
Ai Weiwei’in sergisinde ağırlıklı olarak olağanüstü etkileyicilikte porselen çalışmalarının yanı sıra duvar kâğıdı ve fotoğrafları da yer alıyor. Porselenlerin eşsiz güzelliği ve mesajlarının yanı sıra renklerinin canlılığı, pozitifliği de beni etkiliyor......

 
 
 
 
 
 
 
SSM’de her sergi sonrası olduğu gibi, güneşi batırana kadar müzenin terasında bir fincan kahve ve bir dilim kek eşliğinde Boğaz manzarasıyla büyülenme zamanıdır artık....
 
 
 
 
 
 
 

Şehri İstanbul’da sabah akşam günün her vaktinde etkinlik çok, vakit az….

Şansıma bir seramik sergisi daha var….

2001 yılında okuduğum Ayşe Kulin’in biyografik romanı sayesinde tanıdığım ilk Türk kadın seramik sanatçısı Füreya’nın sergisi. Sanatçının bugüne kadar gerçekleştirilmiş en kapsamlı retrospektif sergisiymiş. Hem de restorasyonu yeni tamamlanan Akaretler ‘deki Sıraevler’deki 1.500 m2’lik alana yayılan galeride.

 
 
 
 
 
 
 
Sergide Füreya’nın ürettiği seramiklerle beraber fotoğraflar, kişisel eşyalar ve aile bireylerine dair bilgi ve belgeler de sunuluyor. 2001 yılında Füreya’yı okuduktan sonra ailenin diğer üyelerinden Şirin Devrim’in  “Şakir Paşa Ailesi” ve Nermidil Ernel Binark’ın “Şakir Paşa Köşkü” kitaplarını da okumuş olduğum için aile üyelerini iyi tanıyorum, hiç yabancı gelmiyor gördüğüm fotoğraflar ve hikayeleri….  
 
 
 
 
 
 
 

Hafta sonu boyunca güzelliklerle kendimi besledim, doldurdum, yenilendim ve Ankara’ya döner dönmez Füreya’nın Ulus Anafartalar Çarşısının girişinde yer alan dev seramik duvar panosunu arayıp buldum. Daha önce onlarca kez önünden geçmiş olmama rağmen fark etmemenin utancıyla seyrettim ve dokundum uzun uzun.....

Fotoğraf çektiğimi gören, gelen geçen insanlar hayretle bakarken umarım dikkatlerini seramiklerin güzelliğine çekebilmişimdir diye diledim…….

Hayat sanattır. Sanat hayat…..
 
 

 


 

3 Kasım 2017 Cuma

What If You Slept

.


Bir adam rüyasında Cennet'e gitse ve ruhunun gerçekten Cennet'e gittiğinin işareti olsun diye ona bir çiçek verseler ve sonra adam uyandığında bir de baksa ki çiçek elinde.

Ee? Peki ya sonra? 
Yıllar önce okuduğum Masumiyet Müzesi'nin  önsözünde yazarın kızına ithafen yazdığı satırlarda yer alan Samuel Taylor Coleridge’in bu dizeleriyle Hayal Kahvem’in 30 Ekim 2017 tarihli blog yazısında karşılaşınca, iki yıl önce bir arkadaşımın anlattığı yaşanmış bir olay aklıma geldi (kesinlikle gerçek bir hikaye, kitabı okurken henüz gerçekleşmemişti).....

  
Kadim arkadaşım Birnur’un amcası ve ailesi yıllar önce ABD vatandaşı olmuş, New Haven Connecticut'a yerleşmişler. Çocukları orada eğitimlerini tamamlamış, işe girip hayata atılmışlar ve farklı milliyetlerden ABD vatandaşı olan kişilerle evlenmişler.

Aile farklı din, gelenek ve kültürlere karışınca amca ve yengenin dini duygularında biraz karışıklık olmuş galiba ama yine de merak ediyor olacaklar ki; bir gün sohbet ederken "eğer öteki dünya varsa ve hangimiz önce ölürse  kırmızı bir gül göndersin" demişler.....
Gel zaman git zaman amca  ölmüş ve defnedildikten iki gün sonra bu ilginç olay yaşanmış.....
Yaklaşık bir saatlik mesafedeki Jersey City, Newyork’ta yaşayan arkadaşları sürpriz yaparak hafta sonu “amcanın öldüğünden habersiz” onları ziyarete gelmişler.
Gelirken de hediye olarak bir demet papatya getirmişler, fakat demetin içinde "bir tane kırmızı gül varmış" ve bunu gören yenge düşüp bayılmış.....

1 Kasım 2017 Çarşamba

İnsan İlişkileri Karmaşıktır

.



Hiç dikkatinizi çekti mi bilmiyorum?????

Bazen çok sinirlenip, gıcık olduğunuz halde bir türlü etrafınızdan uzaklaştıramadığınız birisi olmuştur mutlaka. İyi davranmadığınız halde size hiç kızmaz, tersine sizi yüceltir hatta gözünüze girmek için türlü şaklabanlıklar yapabilir hiç gocunmadan.

Eşit ve iyi davrandığınızda  ise bir anda gözünde sıradanlaşabilirsiniz, değeriniz  düşebilir, hatta “pısırık”, “hiç kalıbının insanı değil” ya da “oturduğu yeri doldurmuyor” diye sizin arkanızdan atıp tutabilir. İnanın abartmıyorum......
Emir kipiyle konuşulmasından haz etmeyen, hatta direk söze “sen” diye başlayanlardan hemen soğuyan ben, şaşırırım böyle dengesizliklere.... 

Neden bulamam, anlam veremem bu gurursuz davranışlara…..

Şöyle bir durup düşünün, okulda, işyerinde, bulunduğunuz çevrede çok sayıda bu tür ilişki görebilirsiniz. Arkadaş, komşu, sevgili, eş, kardeş, ebeveyn evlat, amir çalışan, ast üst….
 
 
 




 
Önce aman bir terslik olmasın ile başlayan alttan alma, tepkisizlik, tahammül, katlanma, kabul edilmiş çaresizlik giderek ne ara Stockholm sendromuna dönüşür anlayamayız….

Bazı ilişkiler ezen-ezilen, köle-efendi ilişkisine dönüşebilir. Öyle ileri gider ve çığırından çıkar ki aşağılanmak bile onlara sunulmuş bir nimet olarak algılanır. Hani vardır ya daha çok kadın erkek ilişkisinde kabul edilmiş çaresizlik örneği “döver de, sever de” dilemması….
 
Acaba ben yaptım mı, hiç düştüm mü bu trajikomik durumlara diye düşünürüm sonra, belki de yapmışımdır?????
Laf aramızda, herkesin kişisel tarihinde ayarı, dozu, derecesi, yoğunluğu farklı da olsa eziklik yapılan (hadi daha kibar olayım "alttan alınan") ilişkileri olmuştur. Mutlaka vardır birkaç anımız.....
Hatırlamak bile istemeyiz, inkar eder utanır, ne salakmışım deriz içten içe….   

İnsan ilişkileri karmaşıktır, anlamak veya çözmek çok zordur. İnsanın değil başkasını, kendisini bile gerçek anlamda tanıması çok uzun ve tamamlanmayan bir süreçtir.

Bu yüzden diyorum ki selam olsun iletişiminde her daim zarif, saygılı, anlayışlı, şefkatli ve insan gibi davrananlara…..