30 Nisan 2015 Perşembe
24 Nisan 2015 Cuma
İlla ki Kumaş Masa Örtüsü
Güzel bir yemek masasında
sevdiklerimizle birlikte oturmak dünyanın en güzel ve en mutlu hissettiren
aktivitesi olsa gerek.....
Evde, piknikte, şehirde, köyde
nerede olursak olalım eğer masamızda tertemiz ve güzel kumaş bir örtü
serilmişse mutluluktan uçarım kesinlikle. Böyle bir masada içime yaşama sevinci
dolar….
Çocukluğumda önce desenli
muşamba, daha sonra dantel plastik masa örtüleri çok modaydı, çevremizdeki
herkes gibi annem de masamıza plastik örtü sererdi.
Hiç sevmezdim bu örtüleri
hatta gıcık olurdum......
Çünkü yemek bitince o plastik örtüyü en az beş defa silme
görevini annem bana vermişti. Önce kuru, sonra sıcak sabunlu suyla, sonra nemli
bezle, sonra şöyle……
Nasıl lüzumsuz iş gücü kaybı anlatamam, yarım saat
silerdim yine de anneme beğendiremezdim.......
İz bırakmış bir ergenlik anısı….
Mecburi hizmete gidince ilk defa
kendi evim olmuştu. Biraz tembelliğimden (pratiklik desem daha iyi
olacak) biraz da görsel zarafetinden dolayı kumaş masa örtüsü kullanmaya
başladım. Hem şık, hem temiz hem de çok kolay. Kırıntıları bulaşık makinesi
veya lavaboya çırpıp hooooop çamaşır makinesine atıyorsunuz, işlem tamam.
Defalarca silme derdi yok….. Her öğünde değişik, çeşit çeşit, rengarenk masa
örtüleri sermek çok iç açıcı oluyor, biraz da iştah açıcı…..
Beni tembellikle suçlayan annem
bile kumaş masa örtüsü kullanıyor yıllardır. Maddi durumu, sosyal statüsü
oldukça iyi olduğu halde hala dantelli plastik masa örtüsü kullanan
arkadaşlarım beni çok şaşırtıyor. Bayram, yılbaşı, doğum günü, seyahat dönüşü,
falan günü, filan günü bahane edip bu arkadaşlarıma bol bol masa örtüsü hediye
ediyorum. Ama bazıları ısrarla plastik masa örtüsünü defalarca silerek
kullanmaya devam ediyorlar. Allah akıl fikir versin. Onlar gerçekten umutsuz
vaka…….
Can
Yücel'in "Sağlık Olsun" şiirindeki gibi;
“Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun” diyorum……
21 Nisan 2015 Salı
Gösterişli Kelimeler Kullanmak
Her geçen gün bilim, yazılım, sanat, edebiyat gibi farklı alanların konferansları, projeleri, kalite çalışmaları, çerçeve programları, görsel basın haberleri derken dilimize çeşitli konularda bir sürü yeni kelime giriyor. Evet kaçış yok, her gün teknolojik, akademik olarak yeni bir şey icat ediliyorsa yanında yeni kelimelerde üretilebilir ve dünyadaki tüm diller bu yeni kelimeleri belli kurallar dahilinde kelime hazinelerine dahil ederler. Türkçemize de başka dillerden gelen bu yeni kelimeler ile tanışıp zaman içinde dilimize yerleşmesine şahit olmaktayız.
Özellikle katıldığınız bazı toplantılarda sık kullanılan ama
bilmediğiniz bir kelime olduğunda “anlamadığınızı belli eden boş gözlerle
bakarsanız” anında cahil ilan edilebilirsiniz…….
Peki, her geçen gün bir yenisini duyduğumuz “yabancı kelimeler” konusunda nasıl bir yaklaşım içinde olmalıyız?
Hem güzel Türkçemizi konuşmak hem de teknolojik, akademik gelişmelere ayak uydurmak istiyorsak ne yapmalıyız?
Söylenişinde, yazılışında, vurgusunda, tonlamasında hatta bazen anlamında değişiklik olan yabancı kelimeler bize özgü kelimeler durumuna gelmişse, Türkçeleşmiş kelime sayılmalı mıdır?
Yani anneanne ile torunun birbirini anlıyor, anlaşıyor olması ve o kelimenin gazete köşe yazılarında, romanlarda, şiirlerde ve hikayelerde kullanılması Türkçeleşmiş kelime olma ölçütü müdür?
Peki, her geçen gün bir yenisini duyduğumuz “yabancı kelimeler” konusunda nasıl bir yaklaşım içinde olmalıyız?
Hem güzel Türkçemizi konuşmak hem de teknolojik, akademik gelişmelere ayak uydurmak istiyorsak ne yapmalıyız?
Söylenişinde, yazılışında, vurgusunda, tonlamasında hatta bazen anlamında değişiklik olan yabancı kelimeler bize özgü kelimeler durumuna gelmişse, Türkçeleşmiş kelime sayılmalı mıdır?
Yani anneanne ile torunun birbirini anlıyor, anlaşıyor olması ve o kelimenin gazete köşe yazılarında, romanlarda, şiirlerde ve hikayelerde kullanılması Türkçeleşmiş kelime olma ölçütü müdür?
Edebiyat
tarihçisi ve yazar Nihad Sami Banarlı, çeşitli başlıklarda makalelerinden
derlenmiş "Türkçe'nin Sırları" adlı eserinde; Türkçemize sahip çıkılması
konusunda bizleri uyarmaktadır. Çünkü dil, bizi biz yapan bütün unsurları
bünyesinde barındırmaktadır.
Yazar,
“dilimize girmiş yabancı kelimeler” başlıklı makalesinde, bir dilin doğuşunda,
karakterinde, ananesinde ve dehasında başka dillerden derlenmiş kelimeleri millileştirme
hayatı ve kudreti varsa artık o dili öz dil yapmaya kalkmak, dili kendi
tabiatından ve dehasından uzaklaştırmaktır. Biz bu kelimeleri kendi kültürümüze
mal etmişiz ve onlara çok farklı anlamlar yüklemişiz. Bu kelimeler bizim öz
Türkçe kelimelerimiz kadar Türkçeleşmiştir demiştir. “Benim
dünyam” başlıklı makalesinde ise, Türk halk zevkinin bir kelimeyi
Türkçeleştirirken ona verdiği ahenk ve sihirli söyleyişe dikkat çekmiştir.
Katıldığım
akademik, teknik ve ciddi toplantılarda etkili, havalı, hatta ezici olmak için özellikle
İngilizce, Fransızca, Latince kelimeler kullanan birçok kişi biliyorum. Allah'tan
akıllı telefonlar var, anlamını bilmediğim kelimeyi hemen arama motorlarından
birine bakarak buluyorum.
Bazen aklımın/dilimin
ucuna gelen ama bir türlü hatırlayamadığım, anlamlarını karıştırdığım son
günlerin moda kelimelerinden bir kaç tanesini ve Türkçe anlamını Türk Dil
Kurumu ve arama motorlarının sözlüklerinden destek alarak yazmak istiyorum…….
CEO (chief executive officer): Bir şirkette en üst düzey
profesyonel yönetici. “Genel müdür”.
Destinasyon: Hedef, varılacak yer, gidilecek nokta. "Gidilecek yerler".
Sofistike: Karmaşık, gelişmiş, komplike/ görmüş geçirmiş, kültürlü, bilge, ince düşünceli/olumsuz anlamı ise yapmacık, içten
olmayan tavır, davranış, duygu
14. yüzyıl latincesinde bir sıvının, kıvamını hile ile
değiştirmek. Felsefedeki anlamı; yanıltıcı.
“Aşırı karmaşık ve incelikli”.
Sarkastik: Alaycı, iğneleyici, aşağılayıcı, rahatsız edici, hırçın, inceden inceye laf sokuşturma, müstehzi, kinayeli. “Şakayla karışık alay etme”.
Eklektik: "Eklemek-takmak ". Bir sisteme ait olan veya tek başına anlam ifade eden öğelerin birden fazlasını toparlayarak oluşturulan yeni sistem veya sistemler anlamına gelmektedir. Sanattaki farklı çağ ve üsluplardan seçilen öğelerin yeni bir ürün oluşturmak için ele alınması olgusunu ifade eder. Felsefi anlamda "her sistemin sunduğunun en iyisini almak". “Ondan biraz, bundan biraz, ortaya karışık”.
Fenomen: Hayranlık uyandıracak kadar dikkat çekici ve alışılagelenden farklı
olan kişi, nesne, süreç veya şey.
“Görmezden gelinemeyen”.
Manifesto:
Toplumsal bir hareketin duyurulması ve savların belirtilmesi üzerine kurulan,
bir akımın, bir hareketin oluşunu bildiren yazılara manifesto ya da bildiri
denmektedir. Havacılıkta bagaj verme işlemleri
sonunda ortaya çıkan yolcu ve bagajların kayıtlı olduğu listedir. “Ne yapıyoruz”.
Deklarasyon: Beyanat, bildirge, duyurma, ilan etme. “Tavrını ortaya koyma”.
Konfirme: Doğrulanmış, onaylanmış.
Paradigma: Bir olaya ya da duruma farklı bakış açısıyla bakabilme. Aynı olaya, kişilerin farklı tepki vermelerinin sebebi paradigmalarıdır. Önceden gelen birikim, tecrübeler ve şartlanmalar ile bir resmi, durumu görme tarzı, görme şekli. Algı, yaklaşım, yargılama ölçütü. "Yapmış ama acaba niye yapmış". "Hiç bu şekilde düşünmemiştim denilen anlardır".
Aktüerya: Sigortacılığın matematiği ile uğraşan, ileriye
yönelik projeksiyonlar yaparak sigorta risk ve primlerini hesaplayan ve
raporlayan bilim dalı.
Kimin/neyin hangi koşullar altında, kaç paraya
sigortalanacağının hesabını yapan bilim dalı. “Falınızı fallandıralım”.
Dilemma: İkilem,
müşkül durum. “Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal durumu”.
İnovasyon: Yenilik, yenileme, yenileşme. Yeni veya
önemli ölçüde değiştirilmiş ürün (mal ya da hizmet), veya sürece yeni bir
pazarlama yönteminin uygulanmasıdır. Bir şeye ek olan bir yeniliktir.
"Yine, yeni yeniden".
Proaktif: Hayat üzerinde söz sahibi olma farkındalığı. Yapılan işi bir adım öteye
götürmek için çözümler geliştirebilen ve bu yönde adım atmaktan çekinmeyen
kişileri tanımlar. “Kriz yöneticisi”.
Argüman: Kanıt, delil, dayanak, tez, iddia, bağımsız değişken.
"Ortaya atılan iddaa".
Rasyonel: Akla uygun, akıl yoluyla elde edilmiş ölçülü, hesaplı, tutarlı. “Yapılan işin hikayesi”.
Rasyonel: Akla uygun, akıl yoluyla elde edilmiş ölçülü, hesaplı, tutarlı. “Yapılan işin hikayesi”.
Spoiler: Bir kitabın, tiyatro oyununun veya filmin konusu veya detayları hakkında bilgi vererek, karşısındaki kişinin düşüncelerini veya alacağı zevki etkileyen kişi. “Heyecan bozucu kişi”.
Sanki Türkçe eş anlamlısı, tam karşılığı yokmuş gibi kolayı varken zoru seçen ve bu kelimelerin çoğunu ısrarla kullanan bazı arkadaşlarıma sesleniyorum…….
Sorumlu olduğunuz esas konu hakkında böyle anlaşılmaz kelimeler kullanarak çevrenize çok biliyormuş izlenimi vermek, yeterli olmayan bilgi ve tecrübe açığınızı kapatmak, anlaşılmayan değerlidir yanılsamasıyla ben farklıyım mesajı vermek için bu yola başvurduğunuzu biliyorum........
Türkçe kelimeler kullanırsanız, söyledikleriniz veya söyleyemedikleriniz anlaşılarak size sorular yöneltildiğinde zor durumda kalmaktan korkuyorsunuz diye düşünülüyor hakkınızda…….
Benden söylemesi, gerisi size kalmış………
Etiketler:
Aktüerya,
Argüman,
CEO,
Deklarasyon,
Destinasyon,
Dilemma,
Eklektik,
Fenomen,
İnovasyon,
Konfirme,
Manifesto,
Nihad Sami Banarlı,
Oktay Sinanoğlu,
Paradigma,
Proaktif,
Rasyonel,
Sarkastik,
Sofistike,
Spoiler
17 Nisan 2015 Cuma
Salerno Tıp Okulu, Regimen Sanitatis Salernitanum Kitabı'ndan.... (1414 Yılı)
Sabahları erken kalk ve hemen hatırla,
Ellerini ve gözlerini soğuk suyla yıkamayı,
(Çeviri: Tabak, R. S. (2000). Sağlık Eğitimi Kitabı, Ankara)
In the morning, upon rising,
wash your hands and face with cold water;
Move around a while and stretch
your limbs;
Comb your hair and brush your
teeth. These things.
Relax your brain and other
parts of your body.
After your bath keep warm;
stand or walk around after a meal;
Go slowly
if you are of cool temperament.
Can Yücel'den "Sağlık Olsun"
Yarım saat erkene kurulsun saatin.
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..
Pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin…
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin…
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart,
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine,
Bak güzelim kahvaltının keyfine.
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin..
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile.
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohhh şöyle bir hafifle.
Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için “alo "de….
Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık,
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa…
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil görerek bak,
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından makas al.
Sonra, şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı, sen çok dar da iken kimler seni ferahlattı,
Hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara….
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak.
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun..
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun..
Saklama tabakları, bardakları misafire,
Sizden ala misafir mi var bu dünyada.
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç değil,
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi,
Eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..
Gece evinde, dostların olsun,
Sohbetin yemeğin, kahkahan olsun..
Arkadaşım, hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!
Etiketler:
Can Yücel,
Dostlar,
Kahve,
sağlık olsun
15 Nisan 2015 Çarşamba
Bazı İnsanlar Neden İyidir- 2
"Yazıların uzun oluyor, dikkatimiz dağılıyor" diye geribildirimde bulunan hayalcinin arkadaşı bloğunun çok değerli takipçileri nedeniyle “Bazı İnsanlar Neden İyidir” konulu yazıyı ikiye böldüm......
Ve karşınızda bugün ikinci bölüm......
Önce bir anekdot; Nasrettin Hocayı uyarmışlar "bak şu adam sana kötülük yapacak, dikkatli ol" diye. Hoca gösterdikleri adama bakmış ve demiş ki "yapamaz". Şaşkınlıkla "nasıl bu kadar emin konuşuyorsun hoca" demişler. Hoca gayet rahat bir şekilde "çünkü ben o adama hiç iyilik yapmadım" demiş.
Savunduğum konuda beni haklı çıkaracak bol miktarda atasözümüz de var…..
Kadir kıymet bilmemek.
İnsan beşer, kuldur şaşar.
Dost ile ye iç, alış veriş yapma.
Dost ile ye iç, alış veriş yapma.
Isırgan ile taharet olmaz (kötü kişiden iyilik beklenemez).
El baş örtmez.
El baş örtmez.
Bir şey isteme benden, buz gibi soğurum senden.
Tırnağın varsa başını kaşırsın.
Tırnağın varsa başını kaşırsın.
Ağaca dayanma kurur, duvara dayanma yıkılır, insana dayanma ölür (gider), dayanırsan Hakka dayan, o daima baki kalır.
Kurda, "neden boynun (ensen) kalın?" demişler; "işimi kendim görürüm de ondan".
El elin eşeğini türkü çığırarak (ıslık çalarak) ararmış.
Kurda, "neden boynun (ensen) kalın?" demişler; "işimi kendim görürüm de ondan".
El elin eşeğini türkü çığırarak (ıslık çalarak) ararmış.
Deveye diken, insana üzen yaranır.
Sen eşek olursan semer vuran çok olur.
Birine bir iyilik yaparsanız, o iyilik göreviniz haline gelir.
Mutlu mu olmak istiyorsun? Kimseden bir şey bekleme.
Hiçbir iyilik cezasız kalmaz, "no good deed goes unpunished".
Hiçbir iyilik cezasız kalmaz, "no good deed goes unpunished".
Bütün bu sözleri söyleyen kendi atalarımızın ve başka milletlerin atalarının elbet bir bildikleri vardır.....
Hadi hepsini kabul ettim de “hiçbir iyilik cezasız kalmaz” lafına çok gıcık oluyorum, yani hiçbir karşılık beklemeden yaptığın iyiliğin dönüp dolaşıp sana patlaması, eğer o iyiliği yapmamış olsaydım o duruma düşmeyecektim hayal kırıklığı, pişmanlığı var ya, bak işte o çok kötü oluyor…….
Neyse kendimizi toplayalım biraz. Hayal Kahvem yorumunda “şu sözü ıskalamışsın bana göre... İyilik yap, denize at. Balık bilmezse, Halik bilir." diye ayar yapmış galiba......
Neyse kendimizi toplayalım biraz. Hayal Kahvem yorumunda “şu sözü ıskalamışsın bana göre... İyilik yap, denize at. Balık bilmezse, Halik bilir." diye ayar yapmış galiba......
Iskalar mıyım hiç, özverimin ve sabrımın temelinde bu duygu var şüphesiz. Ankara İlahiyat Fakültesi Din Psikolojisi öğretim üyesi Prof.Dr.Öznur Özdoğan bir konferansında “tahammüllü değil sabırlı olun, fedakar değil özverili olun” demişti.
Kuran-ı Kerim’de Fussilet Suresi (41. Sûre) 46. Ayet ve Câsiye Sûresi (45. Sûre), 15. Ayet der ki; "Kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir”.
Hepimize iyilik dolu günler ve karşılaştığımız herkesin iyi insan olması dileğiyle .............
Yaşasın iyilik.........14 Nisan 2015 Salı
Bazı İnsanlar Neden İyidir?
Bugün tersimden kalktım ya da bugüne
kadar iyi insan olma gafletinde bulunmam nedeniyle çektiğim eziyetler canıma
tak ettiği için artık gönül gözüm mü açıldı, akıl gözüm mü açıldı ve doğruyu aramaya başladım.......
Önce “iyi insan olmak nedir” sorusuna cevap
bakayım, kısaca "başkalarına isteseler de istemeseler de ille de iyilik yapmayı huy haline getirmiş" kişi desek uyar sanırım……
Peki bir insan neden iyilik yapmak, iyi
insan olmak ister? Allah’ın rızası için,
bir gün benim de ihtiyacım olabilir düşüncesiyle, diğer insanlar tarafından
kabul görmek ve sevilmek için, iyilik yaptığı insanları kendisine bağımlı hale
getirmek için, iyilik yapıp karşılığında iyilik görmek için….. diye
sıralayabiliriz. Yeterli mi acaba?
Çünkü bütün bunlar pek cazip olmamış ki,
gezegenimiz savaş, kavga ve kötülük yeri olmuş yüz yıllardır.....
Çünkü o kadar
çok kötü insan var ki her zaman, her yerde, her koşulda.......
Belki de tabiata uygun olan kötü
olmak....
Peki bazı insanlar neden iyidir? İyi olanlar neyin kafasındalar onu
araştırmak lazım....... Ben teşhisi koydum, henüz keşfedilmemiş farklı bir gen veya bir çeşit gen bozukluğu bu.... Günümüzde yaklaşık 4.000 çeşit genetik bozukluk
bilinmekte ve her gün bir yenisi ortaya çıkarılmakta. Genetik bozukluklar
çok ender olarak birkaç bin ya da milyon kişide bir görülürler. Yani iyi
insanlarda, yeni bir gen veya bir sorun ne dersek diyelim kesinlikle bir konjenital anomali durumu
söz konusu.....
Artık mayoz bölünme hatası mı olur, kromozomun eksikliği veya fazlalığı mı ya da
delesyon, inversiyon, translokasyon mu? Onu ben bilemeyeceğim
işte……..
Avrupa
Yakası dizisindeki Dilber hala gibi “ben lafımı ortaya kodum, beğenen alır
gider, beğenmeyen bırakır gaçar”……..
9 Nisan 2015 Perşembe
Lucid Dreaming (Rüya İçinde Rüya) ??????
Ayşe Arman’ın 05.04.2015 tarihinde Hürriyet Pazar ekinde yayımlanan
M.Ü röportajında, özellikle bir soru ve cevabı çok ilgimi çekti……
A.A: Siz birini işe alırken, "Rüyalarını
istiyorum!" der mişsiniz. Bu da biraz fazla değil mi?
M.Ü: Değil! Benim hoşuma gitmeyen bir profil var:
"Saat 6 oldu, şalteri kapattım. Hadi bana eyvallah. Yarın sabah serviste
de uyurum. İşe gelince önce bir kahvemi içerim, uykum açılınca da işe
başlarım..." Ben gerektiğinde 24 saat iş düşünebilen insanlarla çalışmak
isterim. Her zaman değil ama bazen de iş, rüyasına girsin! Bunu niye
söylüyorum? Çünkü benim rüyalarıma da giriyor. Geçen gece uyandığımda mesela
bir baktım, ingilizce bir şeyler anlatıyorum. Ertesi gün toplantı vardı,
"şöyle bir konuşma yaparım" diye düşünmüştüm yatarken. Rüyamda o
konuşmayı yapıyordum.
Bu paragraftan anladığıma göre; M.Ü ekibindekilerin gönülsüz ve mutsuz
çalışmalarını istemiyor. Gönülden işini seven, tüm benliğiyle işine konsantre,
mutlu işkolikler olmalarını bekliyor……..
Hayalcinin
Arkadaşı bloğunda 19 Ocak 2015 tarihinde yayımlanan “İşinizi seviyor
musunuz????” başlıklı yazımda; bu durumu “Oradasın ama samimiyetin yok,
aklında hep başka şeyler, adanma duygusundan yoksun, hep eksik olma durumu.
Terfi ve para artışı bile bu aidiyeti sağlamaya yetmez, sürekli bir
beğenmeme, eleştirme ve mızıklama içinde günler geçer. Böyle kişiler ile
aynı ekipte çalışmaktansa onların işini yapmaya bile razıyım. Onlar için Allah
işlerini sevme sevinci versin diye dua ediyorum sadece.” sözleriyle ifade
etmiştim.
Tüm sektörlerin
çalışanlarında mutlaka olması gereken duygu “aidiyet duygusu”…… Ama üst
yöneticiler ekiplerinde, aidiyet duygusundan fazlasını yani adanma duygusu
güçlü ve Garcia’ya mektup götüren Rowan’ların olmasını isterler. Askerlik,
pilotluk, öğretmenlik, hekimlik gibi bazı mesleklerde çok güçlü olan bu duygu,
tüm sektörlerin çalışanlarından beklenebilir mi?
Saat 6’da
şalteri kapatmayan, hadi bana eyvallah demeyen, işe gelince önce bir kahvemi
içerim, uykum açılınca da işe başlarım demeyen, işi rüyasına giren çok insan
var mıdır?
Kimlerin işi
rüyasına girer acaba?
Diye düşünürken
rüyalara daldım……………
Önce
işi rüyasına girip başarılı olmuş ünlüler var mı diye bakındım. Tarihte, Alman
kimyacısı Friedrich August Kekule, Nobel fizik ödüllü Danimarkalı fizikçi
Niels Henrik David Bohr,
Elias Howe, Otto Loewi gibi birçok bilim insanının keşif ve
buluşlarını rüyalarında
gördükleri ilginç olaylar sayesinde gerçekleştirdiğini öğrendim.
Aslında
bu sorunun kesin ve tatmin edici bir cevabı yok galiba….. Rüyada
gördüklerimizin ne anlama geldiği, kişiyi nasıl etkilediği konusunda
çalışmalara hala devam ediliyor……..
Rüya,
Arapça’da “ra-e-ye” fiil kökünden “uykuda bir şeyi görmek”, isim olarak da
“uykuda görülen şey” demek. Rüyada iken bütün gördüklerimizi gerçekmiş gibi
yaşarız ve hissederiz. Uykudan uyandığımızda ise gördüklerimizin gerçek
olmadığını, bir hayal olduğunu fark ederiz.
Bilimsel
olarak uykunun rüya görülen kısmında hızlı göz hareketi (Rapid Eye
Movement) olması nedeniyle rüya görülen evreye kısaca “REM Evresi” deniyor.
Uykuya daldıktan yaklaşık 70-90 dakika sonra ulaşılan bu evrede görülen
rüyaların süresi 9 dakikayla 28 dakika arasında değişiyor ve normal bir uykuda
yaklaşık bir buçuk saatte bir REM evresi tekrarlıyor…..
İslam
bilginleri, rüyaları ruhun uykuda misal alemini seyretmesi ve bu esnada
gördüklerini uyanınca hatırlaması şeklinde açıklamaktadır. İnsan ruhunun
kainattaki bütün gerçekleri idrak edebileceğini fakat dünya işleriyle
meşguliyetin ruhun önünde bir takım perdeler oluşturduğundan dolayı bunu tam
olarak başaramadığını, uyku halinde ise; bu perdelerin zayıflaması veya
kalkmasından dolayı ruhun bir takım gaybi (akıl ve beş duyu ile
algılanamayan) gerçekleri kavrayabildiğini söylerler........
Psikanaliz alanındaki çalışmalarıyla bir asra damgasını vuran Sigmund Freud’a göre rüya bilinçaltını işaret eder. Kişi hapsettiği duygularını bilinçaltına atar ve orada tutar. Freudyen teoriyle güçlenmiş temelinin yanında mitoloji, din ve felsefe alanlarında derin bir bilgiye sahip analitik psikanalizin kurucusu Carl Gustav Jung ise “Bir rüya bilinçli davranışa belirleyici bir öğe olarak yerleştirilmesi gereken bir gerçekliktir ve bu yüzden gerekli ciddiyetle ele alınmalıdır” der. Jung’a göre rüyalar kolektif bilincin birer simülasyonudur. Birbiriyle ilgisiz gibi görünen olayların aslında bilmediğimiz bir bütünün parçaları olduğu için eşzamanlı meydana geldiğini söylemiş, kişinin çok yakın hissettiği birinin, mutluluk, sıkıntı, üzüntü gibi yaşadığı her türlü duyguyu rüyalar aracılığıyla yaşadığı ve uyandıktan sonra gördüklerinin gerçekleştiğini öğrendiği “haberci rüyaları” buna örnek göstermiştir.
Rüyalara dalmışken Christopher Nolan tarafından yazılan ve yönetilen bilim kurgu Inception (Başlangıç)- 2010 filmini anmadan olmaz.
Başlangıç, zihnin en savunmasız olduğu rüya görme anında, bilinçaltının derinliklerindeki değerli sırları çekip çıkarmayı ve onları çalmayı anlatan etkileyici senaryosu ve muhteşem görselliğiyle unutamadığım, rüya kavramını tartışmaya açan film….. Filmde, bir insanın zihninde yatan her şeyi öğrenmek ve onun beyninin en derin noktasına ulaşmak için rüya içinde rüya, tekrar bir rüya, sonra bir rüya diye dördüncü boyuta geçmeleri nefes kesiciydi.
Rüya içinde rüya “lucid rüya” (Lucid Dreaming) yani rüya görürken rüyada olduğumuzun farkında olmak sonra rüyamızın bu farkındalıkla devam etmesi diyebiliriz. Aslında hepimizin ara sıra yaşadığı bir rüya şekli. Rüyamızda bir kabus görürken bunun aslında bir kabus olmadığının farkına varıp uyanmak, tekrar uykuya dalıp aynı veya benzer bir rüya görmek ve yine aynı farkındalıkla uyanmak……
Çocukluğumdan beri, ağır grip olup ateşim 39 dereceye yükseldiğinde aynı lucid rüyayı görürüm ve o bildik rüyayı yeniden görebilmek umuduyla ateş düşürücü ilaç içmem........
Rüyalarla ilgili yapılan araştırmaların sayısı bir hayli artmış ve çeşitli açıklamalar getirilmiş olmasına rağmen, herkesin kişisel tecrübe ve duyumundan yola çıkarak bir tahminde bulunması nedeniyle henüz modern bilimin açıklamaları sınırlı kalmakta. Hatta bilim insanları rüyalar çözülürse insanın kompleks yapısına dair birçok şeyin de açıklanabileceğini söylüyorlar……..
Etiketler:
Ayşe Arman,
Carl Gustav Jung,
Christopher Nolan,
Garcia’ya Mektup,
Hz. İbrâhim,
Hz. Yusuf,
Inception (Başlangıç),
Lucid Dreaming,
Murat Ülker Röportajı,
Rapid Eye Movement,
Rowan,
Rüya,
Sigmund Freud
2 Nisan 2015 Perşembe
Elektrik, İnsan Hayatında Yaptığı Fantastik Değişim ve Bilim Kurgu Masalları.......
Salı günü (31.03.2015) yaşadığımız elektrik
kesintisini, ilk anda sadece kısa süreli ve lokal olarak
düşündük..... Çünkü on yıldır böyle bir şey yaşanmamıştı, nadiren ve sigorta
atması benzeri basit bir nedenle olan elektrik kesintileri en fazla on
dakika sürer, hemen normal hayatımıza dönüverirdik..... Ancak bu
sefer kesinti uzayınca, sadece bizim mahallemizde, bizim şehrimizde
olmadığını, bir çok ilimizde aynı anda kesinti olduğunu öğrenince ve
sürenin belirsizliği hepimizde ciddi bir telaşa yol açtı.........
Elektriksiz, internetsiz ne yapardık???????
Allahtan bir kaç saat sonra sorun giderildi de
elektrikli, akıllı telefonlu, internetli ve sosyal medyalı dünyamıza geri
dönebildik..... Bu sayede elektriğe ve teknolojiye ne kadar bağımlı
olduğumuzu, onlar olmadan yapabileceğimiz şeylerin ne kadar sınırlı ve bize
yetersiz olacağını düşünme fırsatımız oldu........
Bizim yaş jenerasyonumuz, çocukluğunda akraba
ziyaretlerine gittikleri elektrik olmayan köy evlerinde gaz lambası ile akşam
yemeği yiyip ebeveyn sohbetleri dinlemiştir mutlaka. Yani birazcık
bağışıklığımız var, bir süreliğine de olsa elektriksiz vakit geçirebilmeye. Ama
bugünün gençleri sudan çıkmış balık gibi oldular bu birkaç saatlik elektrik
kesintisinde…..
Elektrik önemli, hem de çok önemliymiş. Kıymetini
anlamış olduk bir kez daha.....
Bir
varmış, bir yokmuş...... Eski çağlardan beri farkına varılmasına rağmen, elektriğin
ve ampulun icadı çok gecikmiş aslında.... 1800’lü yılların son çeyreğine kadar
yani 135- 140 yıl öncesine kadar ne ampul ne elektrikli aletler varmış…....
İnsanoğlu yüzyıllarca elektrik ve teknoloji olmadan nasıl yaşamış ve nasıl sadece insan gücü, hayvanlar ve mekanik araçlarla medeniyetler kurulmuş diye düşünmeden edemedim.......
Ortaokul yıllarımda okuduğum, hayal dünyamı ortaya çıkaran, geliştiren serüvenlerle dolu Jules Verne kitaplarını hatırladım birden.
O kitaplarla başlayan ve sonraki yıllarda tarih kitabı veya tarihi roman okurken oynamayı sürdürdüğüm, yüzyıllar öncesiyle bugün arasında hayali yolculuk yapıp, "hikayenin tarihi ile günümüzde aynı olan şeyleri bulma ve aynı duyguları hissetme" oyunum aklıma geldi. Hava aynı, su aynı, çiçek aynı, ağaç aynı, elma aynı, kilim aynı, yün yastık aynı. Öyleyse su içerken, elma yerken, çiçeği koklarken, ağacı seyrederken onlarla aynı duyguları hissediyorum diye düşüncelere dalmışlığım, hayaller kurmuşluğum çoktur. Bu noktadan çıkarak empati yapmaya çalışıp, insan davranışlarının yüzyıllarca uzaktan benzerliğine çok şaşırmışımdır......
Daha sonra "hikayenin tarihi ile günümüzde farklı olan şeyleri bulma" ile oyunuma devam ederim. Tarihin anlı şanlı hükümdarlarının, krallarının, kraliçelerinin, romanlardaki kahramanların bugün kullandığımız sıradan bir aleti bile bilmedikleri düşüncesiyle kendimi daha şanslı hissederim. Haksız mıyım ama, o çok güçlü kudretli krallardan, zengin insanlardan çok daha gösterişli oyuncaklarımız var bugün……
Beni en şaşırtan şey ise, tekerleğin icadından (Sümerler MÖ 3.500) sonra dönüm noktası olan buhar makinesinin icadına (1698'de Thomas Savery - 1777’de James Watt) kadar geçen sürenin çok uzun olması……
Buharlı motorlar, 1787 yılına kadar sadece su pompalarını ve tekstil makinelerini çalıştırmak için kullanılmış. 1800’lü yılların ilk çeyreğinde, buhar makinesiyle çalışan gemiler ile yolculuk başlayınca; Jules Verne fantastik hayaller kurup Balonla Beş Hafta (1863), Dünyanın Merkezine Yolculuk (1864), Denizler Altında Yirmi Bin Fersah (1870), Seksen Günde Devr-i Âlem (1873) kitaplarını yazmış……
İnsanoğlu yüzyıllarca elektrik ve teknoloji olmadan nasıl yaşamış ve nasıl sadece insan gücü, hayvanlar ve mekanik araçlarla medeniyetler kurulmuş diye düşünmeden edemedim.......
Ortaokul yıllarımda okuduğum, hayal dünyamı ortaya çıkaran, geliştiren serüvenlerle dolu Jules Verne kitaplarını hatırladım birden.
O kitaplarla başlayan ve sonraki yıllarda tarih kitabı veya tarihi roman okurken oynamayı sürdürdüğüm, yüzyıllar öncesiyle bugün arasında hayali yolculuk yapıp, "hikayenin tarihi ile günümüzde aynı olan şeyleri bulma ve aynı duyguları hissetme" oyunum aklıma geldi. Hava aynı, su aynı, çiçek aynı, ağaç aynı, elma aynı, kilim aynı, yün yastık aynı. Öyleyse su içerken, elma yerken, çiçeği koklarken, ağacı seyrederken onlarla aynı duyguları hissediyorum diye düşüncelere dalmışlığım, hayaller kurmuşluğum çoktur. Bu noktadan çıkarak empati yapmaya çalışıp, insan davranışlarının yüzyıllarca uzaktan benzerliğine çok şaşırmışımdır......
Daha sonra "hikayenin tarihi ile günümüzde farklı olan şeyleri bulma" ile oyunuma devam ederim. Tarihin anlı şanlı hükümdarlarının, krallarının, kraliçelerinin, romanlardaki kahramanların bugün kullandığımız sıradan bir aleti bile bilmedikleri düşüncesiyle kendimi daha şanslı hissederim. Haksız mıyım ama, o çok güçlü kudretli krallardan, zengin insanlardan çok daha gösterişli oyuncaklarımız var bugün……
Beni en şaşırtan şey ise, tekerleğin icadından (Sümerler MÖ 3.500) sonra dönüm noktası olan buhar makinesinin icadına (1698'de Thomas Savery - 1777’de James Watt) kadar geçen sürenin çok uzun olması……
Buharlı motorlar, 1787 yılına kadar sadece su pompalarını ve tekstil makinelerini çalıştırmak için kullanılmış. 1800’lü yılların ilk çeyreğinde, buhar makinesiyle çalışan gemiler ile yolculuk başlayınca; Jules Verne fantastik hayaller kurup Balonla Beş Hafta (1863), Dünyanın Merkezine Yolculuk (1864), Denizler Altında Yirmi Bin Fersah (1870), Seksen Günde Devr-i Âlem (1873) kitaplarını yazmış……
Ve Elektrik İcad Edildi
Elektriğin icadı aşamalarında 1800'lü yıllarda bir çok bilim adamı rol
almış, 1873’te Zénobe-Théopline Gramme elektrik enerjisinin hatlar
aracılığıyla etkin bir biçimde iletilebileceğini göstermiş. 1880’de Thomas
Edison’un ampulü keşfiyle elektrik enerjisi aydınlatmada kullanılmaya
başlanmış.
Nikola Tesla (1856-1943), elektrik üzerine sayısız deney yapmış,
elektriğin kablosuz taşınabilmesi, alternatif akım, uzaktan radyo
kontrolü, hidroelektrik santral gibi bir çok buluşa imza atmış 20.
yüzyılın en önemli dahilerinden biridir.....
Ardından elektrikli makinelerinin icat edilmeleri hız kazanmış….
Radyo 1898 yılında (Marconi) ilk defa gemiden sahile
haberleşmek için kullanılmış, ilk televizyon görüntüsü 1926 yılında (John
Logie Baird), renkli televizyonun ABD'de geniş kitlelerce kullanımı
ise 1960'lı yıllarda gerçekleştirilmiş.
Gelelim yakın tarihimizdeki gün be gün şahit olduğumuz her gün yeni bir yeniliğe ayak uydurmaya çalıştığımız icadlara…..
Kablosuz
telefon
sistemi GSM (Global System for Mobile Communications) teknolojisi 1973
yılında (Martin Cooper)
geliştirilmiş ve ilk SMS 1992 de ise gönderilmiş. 1991 yılında cep telefonu
üretilerek ilk görüşme yapılmış.
Amerikan
ordusunun güvenlik amaçlı iletişim ağı Arpanet ile 1969 yılında gönderilen ilk
e-posta iletisi “QWERTYUIOP”. Bilim adamları (özellikle Vinton Cerf) bu
iletişim ağını bilgisayarlar arasında veri transferi için 1970
yılında kullanmaya başlamış ve 1973-1978 yılları arasında TCP/IP geliştirilen protokol
ile dünyanın her yerinden internete bağlanmaya izin verilmiş. Bilgisayarla sağlanan, uluslararası bilgi iletişim ağı internet, hangi kullanıcının hangi makinede olduğu bilgisini ayırmak için @ sembolü (Ray Tomlinson) ve bilgi paylaşımında bir devrim olan www (world wide web) oluşumu bugün milyarlarca insan tarafından kullanılıyor.
10 Mart 1876 tarihinde ilk telefon görüşmesi (Graham Bell) yapıldığında 19. ABD Başkanı Rutherford B. Hayes'ın “Çok güzel bir buluşa benziyor ama Tanrı aşkına bunu kim, niye kullanmak istesin ki?” yorumu aklıma geldi birden ve bugün yaşasaydı telefonsuz durabilir miydi acaba dedim içimden.......
İnternet üzerinden arama motorlarının en ünlüsü Google 19 Ağustos 2004 tarihinde (Larry Page ve Sergey Brin), şu anda dünyanın en fazla ziyaret edilen sosyal paylaşım sitesi olan Facebook 4 Şubat 2004 tarihinde (Mark Zuckerberg) kuruldu. Gençlerin ve bağımlılarının sanki dünya kurulalı beri varmış, onsuz yaşanamazmış zannedebilecekleri Facebook'un şu anda 1 milyardan fazla kullanıcısı bulunmakta........
Fotoğraf paylaşma programı Instagram Ekim 2010'da, akıllı telefonlar için geliştirilen, platformlar-arası çalışma özelliğine sahip bir mesajlaşma uygulaması WhatsApp Messenger (Biran Acton ve Jan Koum) Ağustos 2012 hayatımıza girmiş.
Bilim kurgu kitaplarında ve çocukluğumuzdaki TV dizilerinde uzaya yolculuk, ışınlanma, zaman makinesi, robotlar filan hayal edilirdi ama dünyanın en büyük kütüphanesi, bilgi deposu ve bilgi iletişim ağı internet ön görülmüş müydü? Hiiiiiç hatırlamıyorum......
Her şey son 100 yılda hatta son 30 yılda inanılmaz bir
hızla gelişti. Vallahi iyi uyum sağlıyoruz her yeniyi öğrenmeye. Ortanın
üzerinde gelir düzeyinde olan ailelerin bile uzun yıllar sadece radyo,
buzdolabı sonra merdaneli çamaşır makinesi, siyah beyaz televizyon ve ahizeli
telefon gibi elektrikli ev araçları vardı. Bu evlere doğmuş olup
teknolojik gelişime uyum sağlayan bizim yaş gurubundan herkese hayranlık
duyuyorum.....
Bakalım daha neler icat edildiğine şahit olacağız ömrü hayatımızda, hadi hayırlısı....
Bakalım daha neler icat edildiğine şahit olacağız ömrü hayatımızda, hadi hayırlısı....
Işınlanma,
klonlanma, zamanda yolculuk makineleri bulunacak mı acaba?
Gelelim benim fantastik hayalime…. Zaman makinesi icat edilmiş ve bugün kullandığımız teknoloji harikaları ile "bir kaç dakikalığına" tarihin anlı şanlı hükümdarlarını, krallarını, kraliçelerini, romanların kahramanlarını ziyaret edip onları şaşırtıyorum...... Belki bir gün olur mu ki?
Gelelim benim fantastik hayalime…. Zaman makinesi icat edilmiş ve bugün kullandığımız teknoloji harikaları ile "bir kaç dakikalığına" tarihin anlı şanlı hükümdarlarını, krallarını, kraliçelerini, romanların kahramanlarını ziyaret edip onları şaşırtıyorum...... Belki bir gün olur mu ki?
Ali baba ve kırk haramiler masalındaki “açıl
susam açıl” sözleriyle, bugün hepimizin çok alışık olduğu asansörün ve otomatik
kapıların açılmasının; yine masallarda sevdiği kişiyi gösteren
"fanuslar" ile kilometrelerce uzaktaki kişilerle yüzyüze görüşme
yaptıran tango, skype programlarının benzerliği şaşırtıcı değil mi sizce?
Alaaddin'in "sihirli lambası" belki de zaman
makinesi olamaz mı?
1899
yılında "Artık yeni hiçbir şey yok. İcat
edilebilecek her şey icat edildi"
diye konuşan Amerika Patent Dairesi Başkanı Charles
Duell'in bugün hayret verici bulunması gibi "Zaman makinesi
icat edilmeyecektir çünkü eğer gelecekte icat edilmiş olsaydı şu anda
bizim gelecekten turistlerin akınına uğramamız
gerekirdi" diyen
kişi de bir gün hayret verici bulunacak mı?
Etiketler:
@ Sembolü,
Bilim Kurgu Masalları,
Edison,
Elektrik,
Fantastik Değişim,
Işınlanma,
İnternet,
James Watt,
Jules Verne,
Klonlanma,
Marconi,
Nikola Tesla,
Sümerler,
Zamanda Yolculuk
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)