22 Mart 2016 Salı

KORKMA!

 
 




Mart ayının içinde ülkemiz için çok anlamlı, çok özel ve hüznün çok yoğun hissedildiği günler var ve bu hüzünlere yenileri eklendi bu yıl….


12 Mart İstiklal Marşımızın Kabul Edilişinin 95. Yıldönümü (12 Mart 1921)

Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un kaleme aldığı İstiklal Marşımızın “Korkma” diye başlamasının sırrını yeni öğrendim ve çok etkilendim…..
Şiirlerini yazarken Kuran'ı Kerim'den ilham alan şair İstiklal Marşı'nın ilk mısrasını "Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak" kâğıt olmadığı için duvara yazmış ve ilk mısrayı yazdıran duyguyu; “boş odaya girdiğimde benim bugünkü sıkışıklığımda bir müslüman daha yaşadı mı diye düşündüm. Peygamber Efendimizin Mekke'den Medine'ye yanında sadece Hz. Ebubekir ile Hicret'ini hatırladım. Mağaraya sığındıklarında Hazreti Ebubekir'in endişelendiğini fark edince "Korkma Ebubekir. Allah bizimledir" deyişini hatırladığım zaman Peygamberimizin daha büyük bir zorlukta teslim olmayışı aklıma geldi ve böylece ilk mısrayı yazdım" diye anlatmış.

Binlerce kişilik Ebu Cehil ordusuna karşı yalnızca iki kişi olan Peygamber Efendimiz ve dostu Hazreti Ebubekir Allah'a sığınmış ve korku yerine O'na güvenmişlerdir. İşte Milli Şairimiz Mehmet Akif, böyle bir duyguyla şiirine "Korkma!" diye başlamış…..







14 Mart İlk Tıbbiyenin Kuruluşu (Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane, 14 Mart 1827)

14 Mart Tıp Bayramı'nın derinliğinde yurtseverliğin, cesaretin, direnişin hikayesi vardır.  Tıbbiyelilerin, İstiklali, bağımsızlığı merkeze alma anlayışı ile 14 Mart'ı bahane ediptıp bayramı kutlaması yapacağız” diyerek, işgal altındaki İstanbul’da işgalcilere yiğitçe bir cevabıdır.
 “Birinci Dünya Savaşı’nda Haydarpaşa’daki Dar-ül Fünûn-u Osmanî Tıp Fakültesi öğretim üyeleri ve öğrencileri I. Dünya Savaşı nedeniyle birliklerine dağıtılmışlar ve Tıbbiye bir yıl kapalı kalmıştır. Çanakkale’de kazanılan zaferden sonra 1915’de kapatılan Tıbbiye, 14 Mart 1916’da tekrar öğretime başlamış. Yıl 1921 olduğunda ise İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi o yıl mezun verememiş, çünkü doktor olması beklenen öğrencilerin hepsi Çanakkale Zaferi'nde şehit olmuş.
Haydarpaşa'da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahanenin olduğu yere ay yıldızlı bayrağın çekildiği gündür o gün. Çanakkale'de, bu topraklar için, bayrak için, ezan için, milli değerler için, milletin tarihi geçmişinde getirdiği medeniyet anlayışını yarınlara taşımak için bir duruşun ifadesidir. 

Ezelden beri hür yaşamış milletimizin işgale boyun eğmeyeceğini haykırdığı ve tıbbiyelilerin yaktığı bağımsızlık meşalesinin yıl dönümüdür, işgale karşı bağımsızlık mücadelesinin gizli adıdır “14 Mart Tıp Bayramı”.....

 

 

 
 
 

18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Zaferi (18 Mart 1915)

Çanakkale Savaşları, yüzyılımızın en büyük savaşlarından biri. Çanakkale’de aylar süren, başta Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere tüm kahramanlarımız, 300.000 şehit düşen askerlerimizle aylarca süren Çanakkale Savaşlarının denizle ilgili bölümü, 18 Mart 1915 tarihinde, düşman gemilerinin geri çekilmeleriyle sonuçlanmış. Ardından kara savaşları zaferleri ile Çanakkale Türk tarihinin en şerefli zafer destanıdır......

 







Vatanın Bölünmez Bütünlüğü Uğruna Canını Feda Eden Güvenlik Güçlerimizin, Askerlerimizin, Polislerimizin Neredeyse Her Gün Gelen Şehadet Haberleri

Gelen her şehit haberi, ailelerinin feryatları, gözyaşları yüreğimizi dağlıyor…..
Terör saldırısını gerçekleştirenler, milletimizin dayanışma ve birlik duygusunu hiçbir zaman aşamayacaklar, Türkiye Cumhuriyeti ve aziz milletimiz teröre boyun eğmeyecek….. 


 
 
 
 

 
Ve 13 Mart 2016, Ve 19 Mart 2016

Ankara'nın kalbi Kızılay'da, İstanbul'un kalbi Taksim’de canlı bomba saldırılarıyla gerçekleşen hain terörle sarsıldık.
Huzur ve güvenliğimizi hedef alan bu alçak terör saldırısında hayatını kaybeden vatandaşlarımız, gençlerimiz, canlar..….
Ankara ve İstanbul'daki üst üste patlamaların ardından yaşanan korku nedeniyle hafta sonu bile sokaklar, alışveriş merkezleri, restoran ve kafeler bomboş….
Korkuyoruz galiba, çıkamıyoruz dışarıya, karışamıyoruz kalabalıklara…..
Hepimiz bir şok hali içindeyiz, üzgün, mutsuz ve endişeli.....
Sıradan bir şey yapmaya bile gönlümüz, isteğimiz  yok, olsa bile
şehit aileleri ağlarken, başkaları acı çekerken nasıl normal olabiliriz diye utanıyoruz sonra…….

Allahım, Ülkemizin içinde olduğu tüm sıkıntıları gider. Güvenlik güçlerimize yardım et, onları koru. Şehitlerimize rahmet eyle, kahraman gazilerimize, şehit ailelerine sabır ve güç ihsan eyle, bir daha kimseye evlat, eş, baba аcısı gösterme, ülkemizi, vatandaşlarımızı, asker ve polislerimizi koru, hepimizin yar ve yardımcısı ol Yarabbim…...
 
 

18 Mart 2016 Cuma

Düşünüyorum Öyleyse Varım......






Çoğunlukla programını başka kişilerin yaptığı günlük hayatımın, yoğun koşuşturmacası içinde eğer düşünme fırsatı bulamazsam beynim sancılanır benim, kendimi değersiz, faydasız ve cansız hissederim….

Acil müdahale için en az yarım saatlik bir yürüyüş yaparım, sakin ve sessizce düşünmeye çalışırım.....

Ama yetmez tedavi dozu almam gerekir…..

Birçok kişinin uyku öncesi yakaladığı kaliteli düşünme fırsatını ise,  yorgunluktan yastığa başımı koymadan uykuya daldığım için ıskalarım hep…. 

Kendimle baş başa kalıp kaliteli düşünme fırsatını ancak otobüsle, trenle veya uçakla yaptığım en az 3-5 saat süren yolculuklar sırasında yakalarım. Kulaklığımdan sevdiğim bir sanatçıyı (bazen defalarca aynı şarkıyı) dinleyip boş gözlerle ve huzur içinde manzarayı seyrederken kendime sorular sorduğum ve yaşadıklarımı analiz ettiğim (SWOT  ile) bu anlar çok kıymetlidir.....



 
 




 
 
Bu kendimi dinleme ve değerlendirme anlarına sık olarak ihtiyaç duyuyorum, neden acaba???? 
Galiba düşünmeden yaşamak zorunda kaldığım anlarda kendimi “müziği ve figürleri bilmeden halay çekmeye sürüklenmiş ve ürkek bir çekinceyle hatta panik içinde halaya ayak uydurmaya çalışıp beceremeyenler gibi” hissettiğim için....
 
Oysa “düşünme ve değerlendirme fırsatı bulduğumda” yani figürleri ve müziğin ritmini bilerek ve içselleştirerek halaya girdiğimde halay başı bile olabilecek özgüvene sahip olabiliyorum……

"Cogito, ergo sum" “düşünüyorum öyleyse varım” demiş René Descartes 1600’lü yıllarda…. Düşünceleri basitten karmaşığa doğru sıralayıp, açık ve belirgin olan fikirleri almış, her sorunu çözmek için bölümlere ayırmış ve gözden kaçan bir şey olup olmadığını sürekli kontrol etmiş….

Özetleyecek olursam, sadece limbik sistemimi değil prefrontal korteksimi de kullanarak yaşamak  kesinlikle bana iyi geliyor ve çok daha faydalı işler yapıyorum....
 

9 Mart 2016 Çarşamba

Bazen, Akışına Bırakmak Gerekir…..





Gitmek gerekir bazen, 

Fazla yormadan,

Daha çok bıktırmadan.

Eğer vaktiyse,

Ardına bile dönüp bakmadan….. 


Can Yücel





Gün gelir kendinle konuşmaya başlarsın, ne gerek var dersin bu kadar çabaya, sıkıntıya,  koşuşturmacaya, yorulmaya…..

Aynadaki hayaline sorarsın, “değer mi” diye……

Bazı şeyleri, karışmadan, düzeltmeden, müdahil olmadan, olduğu gibi ve usulca bırakarak "gitmenin zamanı geldi" diye düşünmeye başlarsın….

Tadında bırakmak, kaybetmeyi göze almak, çok takılmadan vazgeçip gitmek gerekir, verdiğin emeklere acımadan, bunca harcanan zamana yazık demeden.....

Dünü unutmak gerekir bazen, makas değiştiren trenler gibi başka bir yola girip hayata devam demek gerekir….







Herhangi bir şeyi kaybetmemek uğruna fedakarlık yapmak, hoş karşılamadığımız şeylere tahammül etmek bizi daha iyi ve başarılı bir insan mı yapar yoksa daha inatçı bir insan mı?

Elimizden kaymasın diye sımsıkı tuttuğumuz ipler var hayatımızda. Tuttuğumuz her neyse sanırız ki bizim için çok gerekli ve o ipi tuttuğumuz için önemliyiz diye düşünürüz…. Ayrıca tutma işinde çok başarılıyız, bulunmaz hint kumaşıyız vs. gibi hezeyanlarımızda olabilir….

Oysa ipin ucunu bıraksak, koyversek belki de daha iyi hissedeceğiz…..

Sadece aşk, arkadaşlık, akrabalık ilişkilerimizde değil, hayata dair tutkuyla istediğimiz “uğruna taviz verdiğimiz, yorucu, sıkıcı ve gereksiz olan” her ne varsa hayatımızdan çıkarıp rahat bir ohhhhh diyebilmeliyiz…..

İnsan ömrü göz açıp kapayıncaya kadar çabuk geçen yıllarla sınırlı, üstelik hiç kimse daha ne kadar ömrü var bilmiyor….

Ve sadece bu nedenle ipin ucunu bırakmalıyız……..






Bazen, Akışına Bırakmak Gerekir,

Yaprakları, suyu, mevsimleri, olayları, insanları....

Ve bekleyip görmek gerekir sonuçları….

Şems-i Tebrizi


4 Mart 2016 Cuma

Stalker’lık Yapmak Kötü Bir Davranış mı?

 
 





Yeni tanıştığınız veya bir süre arkadaşlık, komşuluk hatta akrabalık vs. yaptığınız yılların ve yolların ayırdığı kişileri, sosyal medya aracılığıyla doğrudan ya da dolaylı olarak (arkadaşlarının profillerinden) takip ediyor musunuz?

Fotoğraflarına bakarak “o eski halinden eser yok şimdi mi diyorsunuz”, şişmanlamış tombul bir teyze mi olmuş sınıfın en havalı kızı ya da kel göbekli bir dede mi olmuş annesinin yakışıklısı......


Şu an yaşadığı hayatın senaryosunu mu yazıyorsunuz yoksa?
Kiminle evli, kaç çocuğu var, eşinin ve çocuklarının isimleri, onların face'leri var mı, (onlara da ziyaret kaçmaz)  boşanıp yeniden başkasıyla evlenenler var mı, niye boşanmış acaba, yeni evlendiği kişi nasıl biri, annesi babası hayatta mı, iş yeri arkadaşları, arabasının modeli, evi müstakil mi, eşyaları çok mu gösterişli, yaşam tarzı, siyasi duruşu, ne yer ne içer, hangi şehirlere, ülkelere gitmiş,  hangi kıyafetleri giyiyor, kedileri, köpeklerinin fotoğrafları hatta isimleri vs....

Estetik cerrahi ile teşrik-i mesaiyi abartanları tanımakta zorluk çekiyor musunuz?
Kimi siyasi mesaj verme, kimi okkalı sözler geçirme, kimi hava atma derdinde....
Kimi özlü sözler ve
kişisel gelişim testleri linkleri gibi entel paylaşımlar yapıyor kimi saksı çiçeklerini,  yaptığı yemeklerin fotoğraflarını ve tarifini paylaşıyor naklen.....
Bütün bu araştırmalardan sonra kendi kendinize eleştirel çıkarımlar yapıyor musunuz?
Sürekli kendi selfie fotoğraflarını koyanlara “narsist”, yemek masasındakilere “homini gırtlak” ve eğlenenlere “eller havaya modunda” gibi….


 

 
 
 
 

Genellikle iş dönüşü yemek hazırlığı, sofraya oturma, ev halkıyla sohbet ve diğer günlük rutin ev işlerinin ardından gazeteler ve TV kumanda cihazını elime alıyorum. Çoğumuz gibi......

Bir saat sonra seyredecek  bir şey bulamazsam ve uyku saatine daha vakit varsa elime bir kitap alıp üçlü koltuğa uzanıyorum ve kısa sürede uyuklama moduna geçiyorum ya da i-ped ile sosyal medyayı turuna çıkıyorum…...

Geçen hafta pür dikkat bir şekilde arkadaşlarımın arkadaşlarının fotoğraflarını incelerken beni gören eşim “aaaa sen stalker’lık yapıyorsun, çok ayıp” dediğinde bir an afalladım hatta utandım…..

Stalker’ın benim bildiğim anlamı “iz sürücü” demekti,  bir de Tarkovsky`nin ilk seyrettiğimde pek anlamadığım çok ağır tempolu, bilim kurgu tadındaki filminin adıydı…..

Biraz araştırma yapınca öğrendim ki günümüzde stalker’lık, internet ortamında özellikle facebook hesaplarını  “herkese açık” olarak bırakanların profillerine ve arkadaşlardan girilerek gizlice izleme yapılmasına, bilgi toplanmasına deniyormuş.

Ancak stalker’lık yaparken yanlışlıkla arkadaşlık talebi yollama, üç sene önceki fotoğrafını beğenme, gönderisini beğenme gibi salaklıklar yapmamak lazımmış......
 

İnsanlar gizem ve mahremiyetlerini kendi elleriyle ihlal edip çok fazla şeyi paylaşıyorlar. Dayımla yemekteyim diyerek “annelerinin kızlık soyadını”, başarı belgelerini gösterirken “TC kimlik numaralarını” deşifre ediyorlar farkında olmadan......

Artık yüz yüze sohbet etmenin de tadı kalmadı, herkes konuşma malzemesi olabilecek her türlü bilgiyi kendi elleriyle sosyal medyaya koyuyor zaten. Kim, nerede, ne zaman, kiminle, ne yapmış tastamam biliyoruz.....