31 Mart 2015 Salı

Nazik “Nezaketli” ve Zarif “Zarafetli” Olmak Çok Mu Zor?




 
Farkında mısınız bilmem, çevremizde veya herhangi bir yerde insanların birbirlerine karşı kaba, saygısız ve nezaketsiz davranışlarına gün geçtikçe daha sık şahit oluyoruz, nadiren de maruz kalıyoruz…..
İş yeri arkadaşlıklarında, apartman komşuluğunda, otobüs durağında, asansör veya kasa kuyruğunda, trafikte, alışveriş yaparken, restoranda yemek ısmarlarken ve aklıma gelmeyen bir çok yerde en az çemkirme tarzında söylenme, giderek mobbing düzeyinde fırça atma ve bazen şiddet içeren davranışlar.....

Nazik “nezaketli” ve zarif  “zarafetli” olmak çok mu zor?
 



"Mutsuzluğun, üzüntünün ve kızgınlığın" kabul gören ve birbirini kopyalayan raconu, kültürü var ama "başkalarını takdir etmenin, nezaketli davranmanın ve zarif bir şekilde eğlenmenin" kabul gören ve örnek olan kültürel bir duruşu var mı?
Var ise yeterli düzeyde kullanıyor muyuz?
Başka birisinin başarılı olmasına, mutlu olmasına, sevinmesine, eğlenmesine genel olarak nasıl yaklaşıyoruz?
Eleştirel, rahatsız, huzursuz, dedikoducu?
Neden?
Kıskançlık mı acaba, altında yatan duygu, bizi
zarif  “zarafetli” ve nazik “nezaketli” olmaktan uzaklaştıran….
Zarafeti olmayanlar, nezaketle terbiye edilmeyenler gitgide aşırıya kaçıp canavarlaşıyorlar zamanla. Adeta içlerine şeytan kaçmış gibi oluyorlar ve gazetelerin sıklıkla üçüncü sayfalarında adli haber olarak okuyoruz yaptıklarını.....
Bundan kurtulmak, arınmak, iyileşmek için ne yapmamız lazım…..
Bunun için öncelikle bencil ve kıskanç olmamamız, sadece kendimizi beğenmememiz, kendimize “öfkemize” hakim olmamız,  hiç kimseye zarar vermeyi aklımıza bile getirmememiz, başkalarını  anlayabilme, hoş görebilme, gönülden ve sözle takdir edebilme gibi erdemlerimizi geliştirmemiz ve çevremizdeki herkese örnek olarak öğretmemiz kişisel ve toplumsal huzurun ve mutluluğun  ön şartı. Tıpkı deniz yıldızı hikayesi gibi.......
Gönüllerdeki zarafet dışa aydınlık bir bakış ve gönül alıcı güzel bir çift söz ile yansıtılırsa hepimiz için hayat güzelleşir, kolaylaşır ve yükü hafifler……
 

23 Mart 2015 Pazartesi

Haydi Şimdi Bütün Fotoğraflar Sosyal Medyaya......






 
 
Bir değil, iki değil,  üç değil aynı meslek camiasından, hatta aynı iş yerinden bir şekilde yolu geçmiş tam beş ailede bu durum söz konusu olunca hem bir halk sağlıkçı olarak epidemiyolojik inceleme ve istatistiksel değerlendirme yapma, hem de blog yazarı olarak yazma refleksim beni rahat bırakmadı.......
Bazıları  arkadaşım olarak daha yakın, bazıları da dışarıdan izlenimlerimle gayet uyumlu, iyi geçinen çift görüntüsü veren, sağlık sorunları ve ortak çocukları olmaması nedeniyle birlikte acı çeken, tedavi kürleri boyunca birbirlerine destek olan, uzun uzun yıllar evli kalmış ve sonunda tahmin edilebilecek veya edilemeyecek nedenlerle boşanmış beş çiftin, boşanma akabinde yaşadıkları ile ilgili yazacaklarım......
Önce demografik bilgiler; yaş ortalaması 52,5 olan erkeklerin beşte beşi büyük bir hızla evlendiler, beşte üçü çocuklu hanımlarla. Erkeklerin beşte beşi bir yıl içinde çocuk sahibi oldular, hayallerine kavuştular (Allah bağışlasın herkesin yavrusunu).....

Geçmişte çocuk sahibi olabilmek için beşte beşi senelerce uğraşıp hormon deposuna dönen kadınların yaş ortalaması 47,2. Beşte ikisi ciddi bir hastalığı uzun tedavi süreciyle atlattılar çok şükür. Kadınların beşte beşi halen evli değil, sanırım pek niyetleri de yok........

 
 

 
 
 
Buraya kadar yazdıklarımdan daha ilginci ve benim bu yazıyı yazmama yol açan davranışlara geliyoruz şimdi......
Her nedense bu yeni evli erkekler  “yine beşte beş olarak” sosyal medyada sürekli fotoğraf paylaşma yarışındalar. Hani ilkokul birinci sınıf kitaplarında A..... isimli bir çizgi kahraman vardır ya, A. okulda, A. bahçede, A. havuzda, A.tatilde, A. yemekte vs....... Aynı onun  gibiler…. Yani her yerde çekilmiş poz poz fotoğraflar anında sosyal medyada ve çocuksu yorumlarla........
Empati yoksunu, gösteriş meraklısı bu davranışlar beni çok şaşırtıyor. Eşlerini düşünerek üzülüyorum. Çünkü bir şekilde takip ettiklerini biliyorum…….
Tamam bebek konusunda buldumcuk oldunuz,  bunu anlayışla karşılıyoruz. Ama yeni eşle romantik, seksi, abartılı, gösteriş fışkıran pozlar vermek neyin mesajı. Cici olan herşeyi sosyal medyadaki herkesin gözüne sokma görgüsüzlüğü neyin kafası. Eski eşlerin bunları izleyeceğini bilerek neyin tatmini, neyin intikamı.......
Yakışıyor mu geçmişte yaşananların anısına, yakışıyor mu bunca yıldır kazandığınız mesleki saygınlığınıza..... Bence hiç yakışmıyor, yapayalnız bıraktığınız o insanlara çok ayıp oluyor. Ah ederler, nazar ederler korkunuzda yok belli……
Yürüyün kim tutar sizi. Ne diyeyim Allah akıl, izan versin.....



 
 
 

20 Mart 2015 Cuma

Paniğin Kokusu, Tavuk Kokusu.....




Yıllardır tavuk yemiyorum, yiyemiyorum. Hele haşlama kokusuna hiç dayanamıyorum......
Bu tavrım beyaz et tavsiye eden sağlık otoritelerine karşı gelmek için veya kısmi vejeteryanlık için değil asla ......
Katıldığım bir çok yemek davetinde, aç kalmaktan ziyade beni ev sahibine karşı mahcup duruma düşüren yemek konusundaki tek huysuzluğumun hikayesini anlatmak istiyorum bugün….
Uzun bir yolculuk yaparak erken gençliğime dönmem lazım hatırlayabilmek için…... Blog yazılarımda siyasi konulara girmiyorum özellikle. Ama bu defaya mahsus olarak pek kimdir, nedir belli etmeden birazcık değineceğim…..
Üniversiteye 80 öncesinde başladığımda henüz onyedi yaşındaydım, doğal olarak herhangi bir politik görüşüm yoktu, dolayısıyla siyasi duruşumda yoktu..... Bu konuda nasıl cahildim, nasıl ilgisizdim anlatamam...... 
 
Ürkek, şaşkın ve heyecanlı bir genç kız olarak kendimi bir kargaşanın içinde bulmuştum ve  hayal kırıklığına uğramıştım. Ders dışında ilgilenebileceğim, beni geliştirecek sanat, kültür, spor, bilgi, görgü konusunda hiç bir şey yoktu. Eğlenceli hiç anım yok galiba, ya da hatırlamıyorum, hep bir ciddiyet, hep bir asık surat, yaşından büyük insan havaları….. Üniversiteye gelerek bir anda yirmi yaş filan büyümüş gibiydi herkes. Her gün bir gösteri, bir nümayiş, bir yürüyüş…… Kaçmak için tuvalete saklanırdık, zorla çıkarırlardı dışarı......
Bu gösterilere katılmaya hevesim olmadığı gibi, ya kötü bir şey olursa korkusu ile babamın beni okuldan alacağı korkusu vardı aklımda. Çünkü babam bu şehre gelirken bana "eğer olaylara karıştığını duyarsam okuldan alırım" demişti. Yapar mıydı, yapardı. Bende kesinlikle okulumdan ayrılmak istemiyordum, tek isteğim üniversiteyi layıkıyla okuyup mezun olmaktı. Kızlarının güzelliğiyle, havasıyla meşhur bu şehirde o havadan nasibimi almak, bir nebze onlar gibi olmakta diğer isteğim. Çok şükür birinci isteğim gerçekleşti ama ikinci isteğim olmadı galiba, havalı bir gençlik yaşayamadım anasını satayım.......
 


 



Gelelim tavuk mevzusuna…….
Okula başladığımın ikinci ayında, öğle yemeği için üniversitenin kampüs içindeki yemekhanesine gitmiştim, kendim gibi korkak bir kız arkadaşımla.  Tam yemeğimizi almış oturacak masa bakıyorduk ki yine birileri bağırmaya başladı, bir anda yumruk döğüş kavgaya giriştiler, havada tabldot tepsileri uçuşuyordu. Biz ortada kalmıştık, panik içinde ağlayarak yemeğin dağıtıldığı mutfak tarafına kaçmayı başarabildik. Aşçılarda bir köşeye sinmişlerdi, bizde kimse bizi bulamasın diye yemek kazanlarının arkasına saklandık. Kazanlarda sulu bir tavuk yemeği vardı, en az bir saat korku içinde saklandığım o yerde kesif bir şekilde haşlanmış tavuk kokusunu soludum……  O günden bu güne tavuk yeme konusunda daima arıza çıkardım, haşlanmış tavuk pişirilen yere iyice havalandırılmadan giremedim…….
Ve paniğin kokusu tavuk kokusu oldu benim için.....



17 Mart 2015 Salı

Hayal Gücümüz ve Hayallerimiz Olmasaydı, Ne Yapardık?????







Mantık Sizi A Noktasından B Noktasına Götürür,
Hayal Gücü İse Her Yere!  

Einstein

Tıpkı Martı Jonathan Livingston Gibi.....

Tıpkı Tüm Hayal Edenler Gibi.......


 


13 Mart 2015 Cuma

Nazar Etme Ne Olur, Çalış Seninde Olur.......


 

 

Nobel fizik ödülü sahibi İtalyan fizikçi Enrico Fermi’nin bu cümlesini okuyunca çok etkilendim ve paylaşmak istedim.
"İlerlemek istiyorsan küçük çevrendeki, küçük çıkarlarla zaman kaybetme. Kafanı kaldır, en iyilere bak, gücün yetiyorsa onlarla yarış, yetmiyorsa onları taklit et."
Yani ufkunu dar tutma, haset etme diyor.......
Haset etmek demek; bir kimsenin başka bir kimsenin işi, evi, malı, mülkü veya bilgisinin gitmesini, onda olmayıp, kendinde olmasını istemektir. Televizyondaki güldür güldür programında Şevket'in dediği gibi "keşşşşşşşke, benim olsa" demesidir........ 






Onda olduğu gibi kendisinde de olmasını istemek ise haset değil  gıpta etmektir, aynısını yapmak ise taklit etmektir……

Özellikle yakın çevrenizi kıskançlıklarınızla huzursuz etmeyiniz. Komşunuzun, arkadaşınızın, eltinizin;  giysilerini, evini, eşyasını, arabasını takip etmekten vazgeçiniz. Mağazaları dolaşıp, dergilere ve internetteki sayfalara göz atarak, seyahat ederek, çok okuyup yeni hobiler edinerek daha iyi hissedeceksiniz........

Göreceksiniz, dünyada daha neler neler var…….


Evcağazım Evcağazım, Sen Bilirsin Halcağazım.......






Uzun ve yorucu geçen bir haftayı bitirdik nihayet.......
Hafta sonu dinlenmek istiyorum, ev halkıyla selamlaşıp hatır sorduktan sonra şöyle bir koltuğa uzanıp gazete ve kitap okumak istiyorum..... Hem dinlenip hem gevşemek için daha güzel bir fırsat olabilir mi? Biraz içiniz geçip uyumak nasıl da tatlıdır........
İnsanın evi gibisi var mı? Özellikle yazın sıcakta serinleten, kışın soğukta ısıtan, işte atarlanınca sakinleştiren, okulda sıkılınca neşelendiren, dışarıda bunalınca iyi hissettiren, tatilde yorulunca dinlendiren, her zaman her duruma çare olan evimize gelince  "evcağazım evcağazım, sen bilirsin halcağazım" diyerek kapıdan girmek ne güzel bir duygudur yarabbim......
Biliriz ki daha iyi, daha sarmalayan, daha şahane, daha dinlendirici bir mekan yoktur bize bu dünyada, evimizden, yuvamızdan gayrı.......
Amerikalılar "evim, evim, güzel evim" (home sweet home) diyorlar bu duruma..... 

 
 
Her evin kendine özel kuralları, düzeni, özeni, yemekleri, alışkanlıkları ve kokusu vardır.  Kimi evlerde herkes çok titizdir, her yer derli topludur, misafirliğe gittiğinizde tırsarsınız. Neredeyse sizi kapıda temizleyerek, dezenfekte ederek evlerine alacakmış gibi rahatsızlık hissettirirler. Misafirlik süresince ev sahibi ve siz diken üstünde oturursunuz.... Kimi evlerde ise dağınıklık bir felsefedir adeta. Giysiler, gazete ve kitaplar saçılmış, çay bardakları veya meyve kabukları ortada.  Bu defa misafir olarak şaşkınlıktan başınız döner.......
Evimiz kalemizdir bizi korur, evimiz sarayımızdır bizi ev halkının sultanı yapar, evimiz yuvamızdır her şeyimizi bize özel kılar.
Canım annem İzmit'ten bizi ziyarete geldi, eminim akşam için çok güzel yemekler yapmıştır ve bizi bekliyordur şimdi.........
Hafta sonu kahvaltıları da benden olsun bari..........
 


12 Mart 2015 Perşembe

Gözler Kalbin Aynasıdır, Yalan Nedir Bilmez Onlar...........




İletişimde, iç dünyamızın dışa yansıması olan beden dili ve vazgeçilmez unsurlarından “göz teması ve mimiklerimizin” ne kadar çok önemli olduğunu hepimiz iyi biliriz.
Ancak beden dilimiz, gözlerimiz ve mimiklerimiz neler söylüyor, düşündüklerimizi nasıl yansıtıyor farkında mıyız acaba? 
Çevremizdeki insanların yüzlerini iyi okuyabiliyor muyuz?
Hazreti Mevlana'nın ''Dünya gözü ile bakan yüzü, gönül gözü ile bakan özü görür” sözlerindeki gibi özü görebiliyor muyuz?
Gözlerimiz bizi ele verir genellikle. Sadece gözlerimiz mi, yüzümüzün şekli, kaşlarımız, bakışlarımızın derinliği, mimiklerimiz, yüz çizgilerimiz, dudaklarımız; duygusallık düzeyimiz, kavgaya meylimiz veya geçinme ihtimalimiz, güven telkin etme/etmeme durumumuz, tutkularımız gibi pek çok karakter özelliğimiz hakkında ipuçları verir........


 


Hekimlik ve yöneticilik yaparken karşılaştığım her insanın gözlerini, mimiklerini, jestlerini incelemem gerekli oldu her zaman….
Gönül gözü ile bakarak, özünde acı çeken, endişelenen ve üzülenlerle empati kurmaya çalıştım, elimden geleni yapmaya gayret ettim veya daha üst kıdemlim birisinin elinden gelene, ulaşmaları için destek oldum…..
Bazen iyi haber verdiğim için sevinenlerle birlikte sevindim, işe yaramanın, yardımcı olmanın derin huzurunu hissettim…..
Bizden önceki nesilde hekimlik yapanlar, yüz ifadesine göre insanların sağlık durumu hakkında neredeyse yüzde doksan teşhis koyabiliyordu. Günümüzde teşhis koyabilmemiz için birçok bilimsel yöntem bize yardımcı olsa da “inspeksiyon” (gözle muayene) hekimlikte hala önemli bir yol gösterici.
Sosyal alanda ise "yüz okuma"  bir sanat ve bazı insanlar doğuştan yüze bakarak insanın "içinden geçenleri" okuma yeteneğine sahipler. "Bir insanın ahlakını, kabiliyetini yüzünden anlama, gönül gözü açık olma " yeteneği eski Türkçe de “feraset”, Latince de ise “fizyonomi” kelimeleri  ile ifade edilmekte.........  
 




Bugüne kadar bir çok yaşantımda, kimi yüzde en yalın, en samimi duyguları, kimi yüzde sahte, tuzak kurucu, çıkarcı duyguları gördüm veya ne yazık bazen göremediğim için yanıldım.....
En yalın, en gerçek, sahte olmayan yüz ifadelerini ise yurt içinde veya yurt dışında  ziyaret ettiğim camiler, diğer ibadethaneler ve müzelerde gözlemledim. Mistik, uhrevi, şaşkın, hayran, ürkek bir ifade vardı baktığım her yüzde. Zaten ben de genellikle aynı duygular içerisinde olduğum için bu sahte olmayan, gerçek  duygu yoğunluğundan ağladım çoğu zaman……




Keşke tüm zamanlarımızda karşılaştığımız insanlar gerçek yüzlerini, duygularını, düşüncelerini saklamadan, bizimle en yalın, en gerçek, sahte olmayan yüz ifadeleri ile iletişim kursalar…….
Dünya daha güzel ve daha huzurlu olur belki.........




10 Mart 2015 Salı

Dağlar, Dağlar, Güzel Dağlar.....








Goethe demiş ki;
 
Büyük insanlar dağa benzerler,

Yaklaştıkça onların büyüklüğü ve önemi ortaya çıkar.

Küçük insanlar ise serap gibidirler,

Yaklaştıkça ne kadar değersiz ve sahte oldukları ortaya çıkar.
 
 


 

 
 

5 Mart 2015 Perşembe

Yine Bahar Geldi, Ben Yine Umutlandım, Galiba İyi Şeyler Olacak......

 
 


Güneşin ışıklarını görüyorum saçlarımda ve gökyüzünde ışıl ışıl, sıcacık......
Kış aylarının soğuk, kapalı ve kasvetli günlerinde içimde hissettiğim hüzün ve mahzunluk; güneşin bu şahane ışıklarıyla kayboluyor, uzaklaşıyor mu ne?




Yine bahar geldi, ne güzel…..
Tomurcuklar, çiçekler, yapraklar, her yer yemyeşil olacak, hava mis gibi kokacak, bizi saracak, biraz da kandıracak, yine içime umut dolacak, herşey güzel olacak.....
 


 
Tekerleme gibi oldu, ama tıpkı kar, buz ve soğuk içindeki gül dalının, meyve ağaçlarının güneşin ışıklarıyla eski hüzünlü, mahzun hallerini bırakarak, silkelenerek yenilenmesi, tekrar üretmeye başlaması gibi biz de tekrar başarabilir miyiz acaba?
Ben yine umutlandım, galiba iyi şeyler olacak, hadi hayırlısı........... 
 
 
 

2 Mart 2015 Pazartesi

Başarma Refleksi




Doğduğumuz andan hatta anne rahmine düştüğümüz andan itibaren başarmak zorundayız.  Doğuştan (kalıtsal) bir refleks olarak öncelikli hedefimiz, başarımız “yaşamak". 
Bunu başarmak için ilk yapmamız gereken şey hayata tutunmak, istemek ve gayret etmek. İstemek ve gayret etmekle iş bitmiyor şüphesiz, o zaman da edinsel  (şartlı) refleksler devreye giriyor…….  Yani öğrenmek, hayal etmek, çalışmak, cesaretli olmak, emek vermek, düşünmek, plan yapmak, kabullenmek, sabır göstermek, sindirmek, umut etmek, tekrar başlamak, tekrar çalışmak…….
Hayat yolunda yürürken  yani “ölene kadar” bazen az, bazen çok, bazen kolay, genellikle de zor ama her zaman başarmaya kodlanmışız ……





Ancaaak başarıya giden yolda kimsenin yeteneğini, katkısını küçümsemeden ekip çalışması içinde başarmayı hedeflemeliyiz. Doğru, güzel, huzurlu ve başarma oranı yüksek olan yol bu kesinlikle……
Her insanın annesinin, eşinin, evladının kısaca ailesinin kıymetlisi olduğunu düşünerek; gururunu, onurunu kırmadan, değersiz hissettirmeden, dışlamadan, olgun bir hoşgörüyle, anlayışla, yüce gönüllülükle, üzerine basmadan ve ezmeden de başarılı olabiliriz. Zor değil aslında…… Hem içimiz daha huzurlu hem de yaptığımız işte daha verimli oluruz.
Zaman alıcı gibi görünse de kişilerin kendilerini yapılan işin önemli bir parçası olarak görmeleri halinde, planladığınız işin kesinlikle hiç sarpa saptırılmadan kısa sürede başarıldığını göreceksiniz……  



 

Başarılan işin değeri yükseldikçe kıskanç, kötü kalpli ve tembel kişilerin  sizin başarınızı engelleme olasılığını hesaba katmanız, bu konudaki çabalarına radarlarınızı açık bulundurmanız, çıkabilecek engelleri ön görerek B planınızı hazırlamanız ise başarının diğer bir parçası, olmazsa olmazıdır. Çünkü hayat büyük bir kurtlar sofrası…. Kimin ne yapacağını çok önceden tahmin etmek zorundasınız. Tıpkı satranç oynar gibi…..
Rakiplerinizi asla hafife almayın. Ve dedikoducuları.........

Ummadık taş baş yarar. Kimi zaman insanların ne kadar kötü olabildiklerine şaşırarak çok üzülür hatta yıkılabilirsiniz, insanları tanıdıkça insan olduğunuzdan utanabilirsiniz. Uyduruk bir başarı için nelerini feda ettiklerini gördüğünüz insanlara sadece acıyınız. Asla onların seviyesine inip intikam için plan yapmayınız. Böyle zamanlarda çok üzülseniz bile vakit kaybetmeden toparlanmaya gayret ediniz.
Bazen yalnız kalmak iyi gelir. Yalnızlığınızı aşmak için doğru bildiklerinizden şaşmadan, değerlerinizden taviz vermeden size yardım edecek, gerektiğinde sizi koruyacak sağlam dostlarınızın ve her şeyden önemlisi güçlü aile bağlarınızın, kollarında avunabileceğiniz bir kaç özel ve de güzel insanın olması çok önemli…….  
 





Böyle zamanlarda bir de şöyle düşünün; Ne o öyle hep başarılı, hep önde, hep en en en olmak. Sürekli başarı sevimsiz yapar insanı. Bir süre sonra insanlar içten içe size gıcık olmaya, nefret etmeye başlarlar. Bazen duraklamak, sendelemek, başarısız olmak, terk edilmek, sıkıntı çekmek, zorlanmak, yalnız kalmak; daha güçlü, daha güzel, daha sevimli, daha kabul edilmiş yapar insanı. Bundan sonraki başarılarınızın tesadüfi değil hak edilmiş olmasına hazırlar sizi ve çevrenizi……
Hem bazen o yarıştan kopup zorunlu olarak verdiğiniz molanın;  belki de sizi daha kötü bir durumdan korumak için size verilmiş bir lütuf olduğunu zaman içinde görüp iyi ki böyle olmuş diye şükredeceksiniz....... 




Karınca-balık hikayesini de daima aklınızda bulundurun, hiç belli olmaz en umulmadık anlarda bile suyun akışı değişebilir. En güçlü sandığınız kişiler bile, bir gün kapınıza gelip sizin desteğinizi isteyebilirler…. Siz bile hayret edebilirsiniz bu  duruma, ama sakın şımarmayın, sakın haaaa.
Ne geçmişi tamamen silerek aptal durumuna düşün ne de intikam ateşiyle saldırın. Çünkü aradan çok zaman geçmiş, köprülerin altından çok sular akmıştır. Geçmişte kalmış küçük hesapları kapatın gitsin,  artık daha büyük hedefleri olan BUGÜNDESİNİZ çünkü. Geçmiş geçmiştir, muhasebesini yapmak size bir kar getirmeyeceğine göre üzerinde durmak vakit kaybıdır, yazık olmasın vaktinize ve size.....
Vakur bir şekilde yani çektiğiniz acıların, yorgunlukların, var olma mücadelesinin, BAŞARMANIN verdiği olgunlukla ve d
oğuştan olan refleksinize, rafine edinsel refleksler eklemenin gururuyla, keyifle yürüyün gidin yeni başarılara yeni güzelliklere doğru........