Çocuklarımızın geleceği ile ilgili hayallerimiz acımasız
düzeyde zorlayıcı ve gerçeklerden uzak olmasın lütfen….
Onlar bizim canlarımız, onların bedensel, ruhsal ve sosyal sağlığı bize emanet edilmiş. Yavrularımızı iyi yetiştirmek için sevgi ve şefkat dolu güven ortamı sunmalı, şımartmadan değerli hissettirmeli, sorumluluğu paylaşarak hayata hazırlamaya çalışmalıyız……
Hayattan kendi beklentilerimizi, bulamadıklarımızı, yapamadıklarımızı, başaramadıklarımızı çocuklarımızdan beklememeli, onları mutsuz, kendini yetersiz hisseden, bizim hayallerimizi yerine getiremediği için mahcup ve bizden uzaklaşmak için fırsat kollayan bireyler haline getirmemeliyiz…..
Benim annem ve babam da daha ben küçücük bir çocukken önüme kocaman hedefler koymuşlar, benim için en uzun, yorucu (zaman zaman yıpratıcı) tahsili “mesleği” hayal etmişlerdi.....
Çocukluğumdan itibaren çalışkan ve sorumluluk sahibi olmam beklendi hep. Okul zamanı, bayramlar, yaz tatilinde bile ders çalışmaya zorlanırdım, ders çalışmadan geçirdiğim saatlerden vicdan azabı duymak zorunda bırakılırdım adeta…..
En travmatiği ise başarılı olan başka
çocuklarla karşılaştırılmaktı, oysa ben yarışmayı ve rekabeti hiç sevmiyordum, geriliyordum ve başaramayacağım diye paniğe kapılıyordum......
Bu rekabet ve
yenilgi hissini oldukça derin biçimde yaşadığım bir anımı hatırladım şimdi.... Babamın iş
arkadaşının kızı Gül özellikle matematikten her zaman 10 alırdı, ilkokul
ve ortaokul yıllarımızda ne zaman ailece görüşsek bizi yarıştırırlardı. Her
zaman Gül daha başarılı olurdu, ben yarıştırılmaktan ve bu duruma aracılık
yaptığı için matematikten nefret ederdim. Lise yıllarımızda babasının başka şehire tayini
çıktığı için bu yarıştan kurtulmuştum…..
Hayatın garip bir tesadüfü olarak Gül ile aynı şehirde farklı fakültelerde tıp
okuduk (tabii ki Gül'ün fakültesinin giriş puanı benim fakülteminkinden daha
yüksekti) ve meslektaş olduk. Çocukluğumuzdaki yarışlarda yenik düşmenin
ezikliğinden olsa gerek hayatım boyunca Gül'e (o şimdi profesör) karşı hep
mesafeli oldum....
Yine aynı apartmanda oturduğumuz yaşıtlarımın, kuzenlerimin başarıları ile de
karşılaştırıldığımı söylememe gerek var mı? (Kuzenler
konusunu ayrıca yazacağım!)
Çocuklarımı yetiştirirken bu
konuya çok özen gösterdim, onların iyi kalpli, mutlu, kendini değerli hisseden,
saygılı, sevecen ve sorumluluk sahibi bireyler olmaları gelecekleriyle ilgili
hedefleri kendilerinin koyabilmeleri için çaba harcadım......
Bu konuda kararlı
olmama rağmen, sadece bir kez kendi hayalimden
yola çıkarak hedef koyma girişimim olmuştu yanlışlıkla......
Çocukluğumdan beri bir müzik aleti çalabilmenin şahane
ambiyansını hep hayal etmiş ve fırsat bulamamış, “başaramamıştım”. Büyük oğlum
on yaşına geldiğinde onun için en iyi gitar dersi alabileceği hocayı
araştırmış, büyük zorluklarla ülkemizin
en önemli gitar virtüözü Ahmet Kanneci’ye ulaşmayı başarmıştım, çok sağ olsun
bizi kırmamıştı. Biz sekiz ay boyunca her hafta sonu çok mutlu bir şekilde
hocanın stüdyosuna gittik. Oğlum gitar derslerinde başarılıydı ama
hafta sonlarında futbol oynamak, koşmak, atlayıp zıplamak istiyordu ve bir gün
“siz oğlum gitar çalıyor diye hava atacaksınız diye daha fazla bu ders
eziyetine katlanmak istemiyorum” dedi. Bana kal geldi resmen…..
Ben ne yapıyorum dedim kendi
kendime, çocuğumu istemediği bir şeyi yapmaya zorluyorum diye üzüldüm ve ısrar etmedim.......
Bazen ailece deniz kenarında
yürüyüş yaparken, etrafı neşeli insanlarla çevrilmiş gitar çalan bir genç
gördüğümde oğluma o cümlesini hatırlatıyorum, gülümsüyoruz…….
En güzel/en yakışıklı, en uyumlu, en çalışkan, en başarılı çocuğun ebeveyni olma kompleksinden vazgeçerek gerçekçi bir yaklaşımla evlatlarımızın yeteneğine, kapasitesine, ruh iklimine uygun, hedefler belirlemelerine yardımcı olmak daha doğru ve akılcı olur diye düşünüyorum......