28 Eylül 2014 Pazar

Depresyondayım, Unutuldum...



 
Depresyondayım,
Unutuldum,
Aldatıldım.
Sevgilimden ayrıldım, çok yalnızım.

Göksel'in bu şarkısı son aylardaki durumumu çok güzel anlatıyor. Ancak bir farkla, buradaki ayrılınan sevgili, "kız arkadaşlarım" oluyor. Biz kızların hayatında, kız arkadaşlarımız çok çok önemlidir. Herşeyi paylaşırsınız, sırlarınızı bilirsiniz, akıllar verirsiniz, sevgilinizi, kocanızı, kaynananızı veya patronunuzu çekiştirirsiniz, yeni bir haber duyunca hemen telefona sarılır haberdar edersiniz, yeni bir şeyler alınca hemen gösterirsiniz, abartılı iltifatlar edersiniz, omuzunda ağlarsınız, kahkahalarla gülersiniz, eğlenirsiniz, ve daha bir çok şey…… 

 

Ancaaaak çok güzel arkadaşlıklarım var diye düşünürken bir an gelir hoooooop ne olduğunu anlamaz ve en şaşkın halinizle "yanlış kişileri sevmişim, güvenmişim ve yola çıkmışım" diye kendinizi hırpalarsınız.Tıpkı yanlış insana aşık olup ortada kalan ergen kızlar misali, sizde kalıverirsiniz. Sizi en çok inciten, onca tecrübeye, onca yaşanmışlığa rağmen hala insanları tanıyamamış olmak. Aptal yerine konmaktır. Bu sizi çok acıtır çooooook.

                                    *    *    *    *    *
Einstein'ın "Aptallara göre insanlar; ırk, cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk, din ve dil başta olmak üzere sekizden fazla kategoriye ayrılırlar. Halbuki olay bu kadar komplike değildir. İnsanlar sadece ikiye ayrılırlar: İyi insanlar ve kötü insanlar." sözleri düne kadar benim için çok anlamlıydı . Bugün şöyle düşünüyorum; "ben kesinlikle hiç bir şeyi ikiye ayıramayacak kadar aptalım ve günümüzde iyi insanların varlığından şüphem var".

İnternette iyi insan ne demek diye sorunca aşağıdaki cevapları buldum.

- İyi insan, kendi kişiliğini hiçe sayarak başkalarını mutlu eden çoğunlukla da saf olan insandır, günümüzde pek fazla bulunmaz Çünkü pek çok durumda kötü olmak iyi olmaktan daha kullanışlıdır.
- İyi bir insan olmak için zekaya gerek yoktur. Lakin kötülük için zeka elzemdir ve zekaya sahip herkes bir gün mutlaka kötülüğe meyledecektir. Bu sebeple iyi insan olmak neredeyse imkansızdır. Elbet bir yerde birilerinin canı yakılacaktır.
- Kaybetmeye mahkum insandır... hayatın diziler ve filmler gibi olmadığını kavrayana kadar iş işten geçmiş olur... Her zaman iyi olmak her zaman kaybetmektir... Hayat kötülüklere karşı kötülükle mücadele verenlerin cennetidir... İyiler ise öbür dünya içindir...
- İyiler hiçbir zaman kazanmaz bu dünyada, iyilerin tek kazançları rahat olan vicdanlarıdır. Vicdan iyinin boynundaki bir halattır. Kötüler o halattan yakalayıp istediğini yaptırır iyiye. 

                                 *    *    *    *    *
Böylesine insanların  iyi olma ihtimalinden umudunuzu kestiğinizde, kırıldığınızda; kendinizi koruma refleksiyle kalbinizin sarayından, tahtından bir çok kişiyi atıp kalbinizi boşaltıyorsunuz. "Ben nerede yanlış yaptım" sorusu beyninizi kemiriyor. Başkalarına kötü oldukları için kızmıyorsunuz da kendinize aptal olduğunuz için kızıyorsunuz maalesef.

Bu arada Göksel'in şarkısı devam ediyor.
Kimseye kızamadım,
Kimseye küsemedim.
Sonunda kendime küstüm,
Sonunda hayata.

Bu şarkı gibi damardan depresyon şarkıları buluyorsunuz. Feridun Düzağaç'tan;
Yağmurlarım yağmaz oldu düşlerim kurudu,  
Çatladı topraklarım ekinim soldu,
Dipteyim.
Sondayım.
Depresyondayım.


Ve tabii ki Nükhet Duru alıp iyice uzaklara gõtürüyor.
Anlayamam kederimi,
Bir ateş yakar tenimi,
İçim dar bulur yerini,
Gönlüm dağlarda dolanır.
Ne bir dost, ne bir sevgili,
Dünyadan uzak bir deli,
Beni sarar melankoli.
                           *    *    *    *    *
Bu depresyonlu halimi çok sevdim. Bir süre burada kalmak beni dinlendirecek galiba. Çünkü eski çalışkan, dinamik, sürekli koşuşturan, güleryüzlü, kıpır kıpır ve sevgi kelebeği halimden eser kalmadı. Nihayet ağırbaşlı, somurtuk, mızmız ve sessiz bir insan oldum.
Finali İbrahim Tatlıses'le yapıyorum.
O eski halimden eser yok şimdi,
Izdırap içinde yorgunum şimdi,
Tutun kollarımdan düşerim şimdi.
Yalnızım dostlarım yalnızım yalnız.

                               *    *    *    *    *
 
                                                                           



 
Bende birgün bunları unutacağım, aptallığa varan derecede arkadaşlarıma değer verdiğim ve güvendiğim için, çok kızdığım “kendimi” affedeceğim. Belli mi olur belki ama belki diyorum, beni çekemeyen, beni kandıran, bana yalan sõyleyen, bana kazık atan, beni salak yerine koyan, beni üzen, beni depresyonların dibine atan onları, o kalleşleri de affederim? Mi acaba.

Schiller ne demiş; Affetmek ve unutmak iyilerin intikamıdır.
Ben iyi miyim?
Hayır, depresyondayım, unutuldum........




 

27 Eylül 2014 Cumartesi

Her Güzelin Bir Kusuru Var







Sürücü kursuna gidip tüm derslere devam ederek aldığım bir ehliyetim var, ama araç kullanamıyorum.  Hem gelişi hem de gidişi olan yollarda, arabayla yolun karşısına geçememe fobim var sanırım. Bir kaç defa direksiyon dersi filan aldım ama nafile.  Bu konuda bir çok eleştiriye maruz kaldım. Yok bana yakışır mıymış, nasıl bir üniversite mezunuymuşum, yok şunlar şunlar bile araba kullanıyormuş gibi..... 

Bu konuda yalnız değilim Allahtan, her meslek gurubundan  hatta profesör olan arkadaşlarım bile var araba kullanamayan. Araba kullanmamanın bir çok olumlu yanı var oysa. Bütün toplu taşıma araçlarına binebilme, bu araçlarla ulaşım sırasında çevrenizi gözlemleme, araca binebilmek için belli bir mesafe yürüyüş yapma fırsatı, park yeri aramama, hatalı araç kullananlara sinirlenmeme ve de araba kullanan herkesin sizin şoförünüz olması..... 

Züğürt tesellisi demeyin lütfen. Ne yapalım herkes herş eyi yapacak diye bir kural mı var canım. ....

22 Eylül 2014 Pazartesi

Ankara'nın Bağları, Büklüm Büklüm Yolları...


 
 


Ankara'da apartmanda ikamet ediyor olmanız nedeniyle toprakla uğraşamıyorum diye üzülenlerden misiniz?
İki seçeneğiniz var o zaman........
Birinci seçenek; çevre ilçelerden birinde hobi bahçesi edinmek ya da evinizin balkonunda saksılarla küçük bir bahçe oluşturmak. Çevre ilçelerde hobi bahçesi edinme güzel bir seçenek. Bir çok arkadaşımın çok güzel bahçeleri var. Ama kolay değil. Ankara'nın merkeze yakın ilçelerinden veya biraz daha uzak olanlardan en az bir dönüm arsa alarak yeni bir dünyaya adım atıyorlar. Önce arsayı çitle çeviriyorlar, istedikleri ağaçları dikiyorlar, peyzaj mimarı ile çalışanlarda oluyor kendi kafasına göre takılıp ne bulursa ne hayal ettiyse ekenlerde. Tabii ki öncelikle su ihtiyacının karşılanması için alternatif aranıyor. Şebeke suyu yoksa kuyu açmak gibi. Bu arada hemen domates, biber, salatalık ekilir ama sizin gidemediğiniz günlerde birilerinin onları ve ağaç fidelerinizi sulaması gerekir. 

 
 


 
 

  
Karadeniz bölgesi gibi çok yağış olmadığı için, bahçenizin şenlenmesi kolay değildir Ankara'da. Sulama sistemi çok önemlidir, çok emek ve para ister. İlk yıllar bozkırın ortasında elinizde kazma ve hortum dolanır durursunuz. Bir domates, iki biber, bir avuç maydanoz için çok emek harcarsınız çok. Üç beş yılın sonunda meyve ağaçlarınızın ürün üretimi yavaş yavaş başlar. Nasıl bir mutluluktur o, yetiştirdiğiniz ağacın dalından meyve toplamak,  ilk hasadınız az olur ama yıllar ilerledikçe konu komşunuzda nasiplenir. Bahçeniz biraz güzelleşince küçük bir ev yaptırmakla uğraşırsınız uzun bir süre. Artık hafta sonu arkadaşlarınızı davet etmeye başlayabilir, bahçenizin keyfini dostlarınızla çıkarabilirsiniz.

Eğer bütün bu yıllar ve zahmet gözünüzde büyüyorsa en iyi bahçe, arkadaşımın bahçesidir mottosu size uyar. Arkadaşlarınızın bahçesine davet edildiğinizde eliniz boş gitmeyin sakın. Köfte, tavuk, kısır, tatlı vs gibi malzemeleri yüklenip giderseniz ve misafir gibi oturup hizmet beklemezseniz  sık sık davet edilirsiniz. 
 
 
 
 




İkinci seçenek olarak, balkonda saksılarla küçük bir bahçe oluşturmakta fena sayılmaz. Benim gibi toprakla uğraşmayı seven birisi için zorunlu bir tercih oldu yıllardır. Evimin salonunda, balkonlarında, ofisimde saksı saksı çiçeklerim vardır her daim. Ulus'ta sebze halinin karşısındaki pasajdan çok güzel saksı çiçekleri, soğanları, domates, biber fideleri aldım yıllardır. Alışveriş merkezlerindeki (AVM) mağazalardan da sürekli çiçek, tohum, toprak, saksı, çiçek coşturan gibi gerekli her şeyi taşıyıp dururuz. Balkonumu güzelleştirmek için çok emek harcarım, her çıkan tomurcuk nasıl değerlidir benim için anlatamam...... 
 




 

Oturduğum apartmanda bizden başka sadece iki dairenin balkonunda saksılar var.....
Bu yüzden her AVM dönüşünde torbalarla çiçek, toprak ve saksı taşımak zorunda kaldığım zaman "benden başka çiçeklerle bu kadar ilgilenen var mı?" diye kendi kendime söylenirim.....
Ama asla vazgeçemem bu sevgimden......
Çünkü toprakla uğraşmak bana çok iyi geliyor. Mutlu oluyorum, stres atıyorum moda deyimle negatif enerjiyi uzaklaştırıyorum........
 
Sabah erkenden kalkıp çiçekleri, yaprakları okşamak, onlarla konuşmak güne mutlu başlamamız için bir fırsat.... Akşam yorgun, argın, stresle eve geldiğimizde çiçeklerimizi suladıktan sonra balkonda çay içmek ne kadar güzeldir, ne kadar dinlendiricidir......
Tavsiye ederim.......



 

11 Eylül 2014 Perşembe

Tiyatronun Sahne Tozunu Yuttum





Ankara'da yaşayıp tiyatro izlemeye gitmeyen ve tabii ki sevmeyen var mıdır bilemem.....
Ankara'daki Devlet Tiyatrolarında herhangi bir oyunu bile huşu içinde izlemeye bayılırım. Her sezon bir çok başyapıt, gerçek sanatçılar tarafından canlandırılır ve herkes ulaşabilsin diye bilet fiyatları inanılmaz ucuzdur......
Yarabbim, nasıl bir mutluluktur,  biletinizde yazan numaralı koltuğu bulup yerleşmek, ışıkların sönmesi, öksürük sesleri, kısa bir sessizlik, perde ve kendini oyunun akışına bırakmak........
Artık normal zaman durmuştur ve bir başka zaman boyutuna ışınlanmışsınızdır......
Tiyatrodan aldığım keyfi asla sinemadan alamadım. Utanarak itiraf ediyorum, kapalı sinema salonlarında izlediğim en güzel filmlerde bile hiç affetmem mutlaka bir uyuklamışlığım vardır, açık hava sinemaları dahil...... 


 


Ankara Devlet Tiyatrolarını anlatmaya nereden başlasam, her biri ayrı güzeldir. Büyük Tiyatro muhteşemdir, Ankara izleyicisi için yeri bambaşkadır, Türkiye'nin birincisidir, görkemlidir, sahne içinden sahne çıkar. Tabii ki Şinasi Sahnesi, Akün Sahnesi, Küçük Tiyatro, Altındağ Tiyatrosu ve diğerlerinin de ayrı ayrı özel ve güzeldirler. Seçilen oyunlar çok etkileyicidir, sarsıcıdır, düşündürücüdür, eğiticidir, bazıları eğlendiricidir......
 
 
Dekorlar fevkaladenin fevkindedir, nasıl bir detay, nasıl bir görkem, nasıl bir zenginliktir anlatılmaz yaşanır, tarihin kokusunu bile size hissettirir.........
Oyuncuların enerjisi, disiplinleri, başarılı performansları büyüleyicidir, sizi alır başka bir aleme götürürler. Bir çok oyun bittiğinde bir süre yaşadığım zamana dönmekte zorlanmışımdır.  Oyun bittiğinde seyirciyi selamlama sahnesi yok mu, mutlaka ama mutlaka ağlarım........
Oyunun etkileyiciliğine göre gözyaşlarımın süzülmesinden salya sümük ağlamaya varan çeşitte tepkilerim olmuştur her zaman. Bu ağlamamın nedenini, sanatçıların gösterdikleri başarıya ve o başarıdan aldıkları yorgunlukla harmanlanmış gururlarına duyduğum hayranlıkla karışmış kıskançlık olarak açıklayabilirim........ 


Ankara Devlet Tiyatrolarının sahnelerinde ne unutulmaz oyunlar ve ne unutulmaz sanatçılar izledim yıllardır. Benim için, Damdaki Kemancı'da Cüneyt Gökçer'i, Galilei'nin Yaşamında Kerim Afşar'ı, Mevlana Aşk ve Barış Çığlığı'nda Semih Sergen'i izlemiş olmak efsanedir, ayrıcalıktır.
Devlet Tiyatroları kadar muhteşem oyunları ve sanatçıları, Ankara Sanat Tiyatrosunda da izlediğimi yazmazsam çok saygısızlık etmiş olurum galiba......



 
 

Bugün İstanbul'da diziler ve filmlerde oynayan bir çok oyuncuyu, bir zamanlar Ankara'da  son yılların moda deyimiyle canlı performansla izlemiş olmanın apayrı bir havası vardır bizim için. Tiyatro seyircisi olmak bir tutkudur, lakin Büyük Tiyatroda sahnelenen operaları da hayranlıkla izlerim mümkün olduğunca sık.
Rabbim bazı insanlara çok özel, güzel, hatta muhteşem yetenekler vermiş, bunca şahane sanat eseri yüzyıllardan gelip bizlere ulaşıyor, ruh dünyamızı okşuyor, besliyor, geliştiriyor. Teknolojinin son katkısı ise operalardaki çoğu italyanca  şarkı ve konuşmaların türkçe çevirilerinin sahnenin en üzerindeki küçük bir perdeden yansıtılması. Oyunun konusunun anlaşılmasına katkıda bulunuyor kuşkusuz......



 
 

Sahnenin tozunu yutmak deyiminin anlamı sadece sanatçılar için kullanılmamalı bence. Tiyatro izleyicisi de sahnenin tozunu bir kez yutunca mümkün değil bir daha iflah olmaz artık.....

Ekim ayı geliyor çok şükür, perde diyeceğiz. Nice güzel oyunlar izleyebilme hayaliyle ve heyecanıyla kalbim çarpıyor.....


8 Eylül 2014 Pazartesi

Çok Titiz Hareketler Bunlar....



 



Her insanın ailesinden, öğretmeninden, arkadaşından, okuduğu bir haberden, yazıdan veya aldığı mesleki eğitimden etkilenerek edindiği çok titiz hareketleri mutlaka vardır. Kiminin ki doğru ve sağlık için faydalı bir harekettir, az rahatsızlık verir. Kiminin ki gereksizdir, lüzumsuzdur, çoğunlukla kendisine bazen de çevresindekileri rahatsız eder, çileden çıkarır. Kişilik yapısı olarak titiz, kuralcı, ayrıntıcı, mükemmeliyetçi özelliklere sahip olan kişilerde özellikle temizlikle ilgili bulaşma obsesyonu (zorlayıcı düşüncesi) ve temizlik kompulsiyonu (tekrarlayan davranışı) oldukça sık görülür.

Çok titiz hareketlere en iyi örnek olarak el yıkama alışkanlığını verebiliriz. Eve gelince, yemek yerken veya tuvaletten çıkınca bile el yıkama alışkanlığı olmayan arkadaşlarımız olduğu gibi sık sık dakikalarca ve sayarak el yıkayan bir arkadaşımız mutlaka vardır. 

Titizlikte tavan yapmış, bazı akraba, eş, dost ve arkadaşlarımda gözlemlediğim beni dumur eden çok titiz hareketlerden bir buket; sürekli toz alan, cam ve yer silenler, ıspanak marul gibi sebzeleri çitileyerek yumuşayana kadar yıkayanlar, bulaşık makinesine tabak çanağı, çamaşır makinesine çamaşırları bir tur elde yıkayıp yerleştirenler, dışarıdan gelen ev halkının kıyafetini kapıda değiştirenler, misafir gittikten sonra koltukları halıları silenler, çamaşır suyunu temizlikte neredeyse su yerine kullananlar, asla havuza girmeyenler, kapı kolu tutmayanlar vs.



 
 

Dış çevremde gözlemlediğim, ancak nedenini algılamakta zorlandığım bazı çok titiz hareketler ve bazı az titiz hareketlere birkaç örnek vereyim;

- Otobüs ve uçaklarda koltuk başlarına takılan ve üzerinde reklam olan selüloz başlıkların ne işe yaradığını anlamak mümkün değil,  o kadar yüksekte ki ancak 1.90 cm boyundakiler için yapılmış gibi, daha kısa boylular için hiçbir işlevi yok.

- Gazetelerin sağlık köşelerinde sık sık yazılır, sakın başkasına ait makyaj malzemesini kullanmayınız, çeşitli bakteri, virüs enfeksiyonları bulaşır vs diye uyarırlar. Bir kaç defa farklı kanallarda TV programına katılmak için gittiğimde makyözler yüzüm parlamasın diye pudra sürerken herkese kullanılan sünger ve fırçayı kullanarak beni çıldırtmışlardı.

-   Filmlerdeki bavulu yatağın üzerinde hazırlama sahnesine de gıcığım. Her yerde dolaştırılan bavul nasıl yatağın üzerine koyulur anlayamam bir türlü. Gerçi son yıllarda havaalanlarında streçleme makineleri var, bavulu yatağın üzerinde hazırlayanlar bavullarını belki streçletiyorlardır!

- Parklarda, havaalanlarında, sokaklarda tozlu kirli yerlere oturanlara, pantolonu veya eteği yerleri süpürenlere, ev tuvaletine, banyosuna   kapalı plastik terlik (mantar yuvası) koyanlara, ortak diş fırçası, tıraş bıçağı kullananlara ise söyleyecek söz bulamıyorum.

Yıllar önce ilkokulda aynı enjektörden aşı olmuş nesiliz biz, iyi ki Hepatit B, Hepatit C filan kapmamışız. Tıpta 30 yılda nereden nereye geldik, biz tıp fakültesinde öğrenciyken bile enjektör, eldiven, spekulum, kulak spekulumu gibi sarf malzemeleri yıkanıp kaynatılıp tekrar tekrar kullanılırdı. Şimdi her türlü tıbbi müdahalede kullanılan malzemelerin neredeyse hepsi tek kullanımlık (disposible). Sağlık çalışanları bu konuda en titiz davranan kişilerdir hiç kuşkusuz.

 


Bende çok titiz hareketler konusunda fena değilimdir hani. Hem ailemden geçen hem de mesleki nedenlerle kazandığım titizliklerim çoktur.
- En titiz olduğum yer umumi tuvaletlerdir. Kapısının kolundan, klozetin su düzeyine (havuz gibi olanlarda sıçrama riski var) her şey beni strese sokar. Kapısı, musluğu, sıvı sabunu ve sifonu sensorla çalışan, tuvalet kağıdı ve havlusu olan, tertemiz tuvaletleri gördüğümde teknolojinin gelişimine hayranlığım bir kat daha artar. 
- Başka bir eve misafirliğe giderken yanımda mutlaka ayakkabı veya terlik götürürüm, tırnak mantarı geçecek korkusuyla asla başkasına ait kapalı terlik giyemem.
- Ayrıca, keyifli bulduğum halde bowling oynayamam, çünkü herkesin giydiği ayakkabıyı giymem bir, topun deliklerine parmaklarımı sokmaya iğrenirim bu da iki. En büyük fobim tırnak mantarı olma fobisidir. Çünkü çok çabuk bulaşıyor ve tedavisi de aylarca sürüyor. Sanırım bu fobi, hekim olmam nedeniyle çevremdeki pek çok kişide tırnak mantarı olduğunu gördüğüm ve bildiğim için oluşmuştur.
Yemek yeme konusunda ise son derece uyumluyumdur, ikram edilen nimeti geri çevirmemek ve ikram edeni üzmemek için her yerde fazla sorgulamadan, mızmızlanmadan yemek yerim. Hatta yer sofrasına oturup aynı tabaktan çorbada kaşıklarım.
Sağlıklı bir yaşam için gerekli titiz hareketleri, ihmal etmeden ancak abartmadan mutlu, huzurlu ve sağlıklı günler dileğiyle......