Bu deyimi gerçek anlamından çok, genellikle birisini oyalamak veya avutmak
için kullanırız. Genç bir tıbbiyeli olduğum ve ardından hekim olarak göreve başladığım
yıllarda, gençliğin verdiği enerjiyle ve tecrübe eksikliği ile olsa gerek
sağlıklı olmanın tam anlamına vakıf
değildim. Galiba o zamanlar, Dünya Sağlık Örgütüne göre sağlığın tanımının
"sadece hastalık ve sakatlık durumunun olmayışı değil kişinin bedenen, ruhen
ve sosyal yönden tam bir iyilik hali" olduğu ya bana derslerde
anlatılmamıştı ya da ben anlatılırken duymamıştım. Çünkü devam zorunluluğu
olmayanlar da dahil tüm derslere giren
inek bir öğrenciydim üniversitede.
*
* * *
*
Mecburi hizmet yapmak için torbadan kura çekerek tayin edildiğim Orta Anadolu şehrinde, veremle savaş dispanserinde çalışırken son derece prensip
sahibiydim önceleri. Herşeyi mezun olduğum İstanbul'daki fakültenin
disipliniyle düşünüyordum ve iyi bir hekim olmak için elimden geleni yapmaya
çalışıyordum. Veremle savaş dispanserinde Mücella Hemşire Hanım'la harıl harıl
çalıştığımız birgün, çevre köylerden birinin ilkokulunda çalışan, benden genç,
neredeyse ergen yaşta tombiş kırmızı yanaklı ve güler yüzlü bir erkek öğretmen
geldi poliklinik odasına. Aslında hasta olmadığını, bekar olduğu için çalıştığı köyde çok
sıkıldığını, ailesini özlediğini söyledi ve memleketine gitmek için benden on
beş gün rapor vermemi istedi. Ben bir bozuldum, vay efendim hasta olmadan kimseye rapor veremezmişim,
bunu bana nasıl söylermiş gibi bir nutuk attım sanırım. Mücella hemşire hanım öğretmenin üzgün yüzüne baktı ve sağlık olsun dedi. Tombiş kırmızı yanaklı öğretmen sessizce çıkıp gitti.
*
* * *
*
Sanırım iki yıl sonraydı, hastanede yatarak akciğer tüberkülozu tedavisi
gördükten sonra takip için dispansere müracaat etmiş bir hasta poliklinik
odasına geldi. Zayıf bir adam sessiz sedasızca dosyasını uzattı ve muayene masasının
kenarına ilişti. Sandalyeye oturmasını söyledim ve hasta dosyasını aldım,
dosyanın üzerinde yazılı isim tanıdık geldi, dikkatle yüzüne bakınca iki yıl
önce benden rapor isteyen “neredeyse ergen yaşta tombiş kırmızı yanaklı
öğretmen” olduğunu anladım. Yaşlanmış gibiydi, tombiş kırmızı yanakları solmuş
ve süzülmüştü. Akciğer filmini dikkatle inceledim, önceki filmine göre düzelme vardı,
balgam sonuçları temizdi, muayene ettim ve
ilaçlarını düzenledim. Elindeki sevk kağıdını aldım ve iki yıl önce vermediğim raporun ve attığım
nutuğun mahcubiyetiyle" size yirmi gün rapor yazıyorum, memleketinize
gidip dinlenirsiniz" dedim. Arkadaş solgun yüzüyle, efendi bir şekilde ama kırgın bakışlarla rapor
istemediğini söyledi, ben ısrarla rapor vermek istiyorum, neredeyse
yalvarıyorum. Nuh dedi peygamber demedi ve rapor yazdırmadan hemşire hanımın
hazırladığı ilaçlarını alıp gitti. Ben çok üzülmüştüm, iki yıl önce bedenen sağlıklı ama sosyal olarak ihtiyacı varken
istediği raporu vermiş olsaydım yine hasta olacaktı. Ama gerçekten hasta olup
geldiğinde hekimine böylesine kırgın olmayacaktı. Mücella hemşire hanım bu defa benim üzgün yüzüme baktı ve sağlık olsun dedi.
*
* * *
*
Bu bana mesleğimle ilgili ilk uygulama dersi oldu, bir hekimin insanları
sadece fiziksel olarak değil duyguları ve yaşam koşulları ile empati yaparak
değerlendirmesi gerektiğini anladım. Geçen yıllar ve buna benzer yaşadığım tecrübeler, ne mesleğimin ne de
hayatın sadece bize okullarda öğretilen ve ders kitaplarında yazan
disiplinle yapılamayacağını, tek bir bileşenle sorunların çözülemeyeceğini, tek
bir doğrunun olmadığını, farklı şartlarda bir çok bileşeni bir arada
değerlendirerek etik ve herkesin iyi hissedeceği uygulamaların aslında daha
tedavi edici ve başarılı sonuçlara ulaştırdığını ispat etti.
Sağlık olsun...
Çok hoş bir anı ve mühim bir ders; kulağa küpe olsun dedirten (bence) :)
YanıtlaSilGeri bildiriminiz için çok teşekkür ederim.
YanıtlaSil