9 Aralık 2015 Çarşamba

Bak Bir Varmış Bir Yokmuş Eski Günlerde.....

 

 
 
Bir zamanlar oturma odası ve misafir odası diye kavramlar vardı evlerimizde.....
Ve  oturma odamızın baş köşesindeki büfenin üzerinde bir radyo dururdu, hem de üzeri dantel örtülü…..
Bizler radyonun etrafında toplanır, heyecanla radyo tiyatrosu veya Orhan Boran ve Yuki programını dinler, tıpkı kitap okurken yaptığımız gibi hayal gücümüzle görüntü canlandırmaya çalışırdık zihnimizde....
Derken  günlerden bir gün ve aniden “sihirli kutu”, “görüntülü radyo” yani “televizyon” hayatımıza girdiğinde ben henüz ortaokul öğrencisiydim…..
 
 
 
 
 
 
 

İlk olarak karşı apartmandaki Suzan’ların “gösteriş yapmak için olsa gerek” perdeleri hiç çekilmeyen penceresinden bakınca gördüm ışıklar saçan o sihirli kutuyu….

Birkaç ay sonra üst kat komşumuz banka müdürü Neriman abla televizyon aldı. Haftada iki akşam onların kapısını usulca çalar, asık suratına rağmen sessizce hatta görünmez bir şekilde bir kenara ilişerek seyrederdim salı akşamları başrollerinde Rock Hudson ve Susan Saint James'in  rol aldığı Mc.Millan ve karısını,  perşembe akşamları da Karanlıktaki Adam (longstreet a blind detective)  dizisini……
 
 
 
 
 
 
 
  
 Yaklaşık üç dört ay böyle geçti…. Sanırım Neriman ablanın gün geçtikçe daha çok asılan suratı annemin canına tak etti ve bir gün babama “çocuklar başkasının evine gidiyor, ayıp oluyor, sen almazsan ben bileziklerimi satar alırım ültimatomunu verdi. Annemden o güne kadar hiç böyle bir çıkış görmemiş olan babam bu ültimatomu ciddiye aldı ve evimize 56 ekran Grundig marka televizyon geldiğinde  takvimler 1973 yılının eylül ayını gösteriyordu……
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Nostaljinin hasını yapayım bari, 18. yüzyılda geçen "Küçük Ev” dizisini öylesine severek ve içselleştirerek seyretmişim ki (kendimi Laura Ingalls zannederek) yıllar sonra Amerika’da, Lancaster şehrinin çevresinde bulunan, elektrik dahil modern teknolojinin bütün imkanlarını reddeden, faytonlarla dolaşan adeta  Küçük Ev dizisinin film platosu gibi olan “Amish” köylerinden geçerken Ingalls’ları görür gibi olmuştum….

Arsen Lupen, Tatlı Sert, Uzay Yolu, Uzay 1999, Aşk Gemisi, Tatlı Cadı, Zengin ve Yoksul sevdiğim diğer yabancı dizilerdi, yerli dizi olarak ise sadece Kaynanalar vardı ve de “bizler Ali Veli makinist, bunlar vagonlarımız şarkısını söyleyen "Oyun Treni" programı......
 
 

 
 

 
Özellikle okulların tatil olduğu yaz aylarında televizyondaki yayın hiç bitmesin isterdim. Her şeyi ama her şeyi seyrederdim merakla, heyecanla, neşeyle……
1976 Yaz Olimpiyatları'nda jüriden 10 tam puan alan ilk sporcu olarak tarihe geçen jimnastikçi Nadia Komaneci'nin ve artistik buz pateninde Denise Biellmann'ın  bütün hareketlerini hayranlıkla seyreder ve kaç puan alacaklarını tahmin etmeye çalışırdım, o kadar yani…..
 
 
 
 
 

 
Siyah beyaz, tek kanallı televizyonun yayını, bayrak töreni ve  İstiklal Marşı ile erkenden biterdi, ardından bir süre "Televizyonunuzu Kapatmayı Unutmayınız" yazısı görünürdü ekranda, sonra bir türlü anlam veremediğim şekillerden oluşan ekran görüntüsünde bile  yerimden kalkmadan beklerdim ve en son yağan kar görüntüsü başladığında umudu keser televizyonu kapatırdım kös kös…..
 
 
 
 
 
 
Bir ara kimden duyduysam bilmiyorum, bazı televizyonlarda başka ülkelerin yayınlarının da izlenebildiği bilgisiyle (hayaliyle) saatlerce televizyonun düğmelerini milim milim ilerleterek görüntü bulmaya çalışmıştım kaç gece, yağan kar görüntüsünden gözlerim şaşılaşana kadar…..


 
 

 
 
 
Artık  günün veya gecenin hangi saati olursa olsun TV’nin yüzlerce kanalında izleyecek yüzlerce program var, ama neden bilmiyorum eskisi gibi diziler ilgimi çekmiyor.....
Sanırım giderek birbirine benzeyen senaryolardan bunalmış olabilirim, yarışma ve yemek programları daha cazip geliyor.....
Zaten televizyonun karşısındaki koltuğa uzandığımda biraz gazete, biraz sosyal medya (blogger'lık), biraz TV derken uykuya yenik düşüyorum, toplamda yarım saatten fazla televizyon seyredemiyorum......

Nereden nereye.........

 
 

8 yorum:

  1. İşte siyah beyaz bir eski resim
    Oturmuş sırt sırta birkaç genç adam
    Gün açık besbelli baharmış mevsim
    Gölgeler sularda naif ve saydam

    YanıtlaSil
  2. Biz de giderdik komşuya bir gün televizyonu biz daha seyrederken küüt diye kapatınca babama itiraz edip televizyonu aldırma işi anneme düşmüştü. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, bir de sigortaları gevşetip elektrikler kesildi diyenler de vardı......

      Sil
  3. Nostaljik bir masal gibi zevkle okunuyor yazınız Siyah-beyaz televizyon programları bile nasıl da güzeldi. Küçük evi izlemek büyük mutluluktu. İsmail Cem döneminde TRT ne kaliteli programlar yapardı.
    Bir masal gibi gerçekten...

    YanıtlaSil
  4. Teşekkürler. İnanın sadece nostalji değil, kesinlikle sınırlı teknolojiye rağmen o zaman ki programların kültürel değeri daha yüksekti bugün izlemek üzere dayatılan birbirinin aynısı senaryolardan......

    YanıtlaSil
  5. Bu masalın çocuklarıyız biz.O günlere döndüm birden.Ne kadar huzurluyduk.Ama hafızanız beni çok etkiledi.Kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil
  6. Nerdeen nereye. Bakalım ileride çocuklarımız bu günleri nasıl anlatacak?

    YanıtlaSil

.