23 Mayıs 2016 Pazartesi

Kuzen Rekabeti

 

 
 
 
Kuzenler arası rekabet konusu, feci bir durumdur…….
Çooooook eskiden, anne ve baba tarafımdan kuzenlerimle hep kıyasıya bir rekabet içindeydik nedense?????
 
Bize geldikleri zaman mutlaka mızıkçılık yapıp beni büyüklere azarlatan, sürekli yaptıklarıyla övünen, benden yüksek notlarını herkese ilan edip zafer kazanmış kumandan edasıyla dolaşan Recai'ye gıcık olurdum, onunla konuşmak bile istemezdim. Çocuk ruhumun incinmesinden olsa gerek seneler sonra  aynı şehire tayin olduğum da onu aramamıştım....

Çocukluk anılarımın dosyasını karıştırma modundayım bugün.....
Babacığımın asık suratlı ve ilginç bir amcası vardı ve her sene memleketten gelip bir ay bizde kalırdı. Evde olduğu zamanlar korkumuzdan sesimizi kısardık. Sürekli bizi memleketteki torunlarıyla kıyaslardı, onların ne kadar saygılı, çalışkan, falan filan daha iyi olduklarından bahsederek bizi küçümserdi. Bu yüzden olsa gerek kardeşlerim ve ben bu dedeyi hiç sevmezdik.......
Çarşıya çıktığında evde iki kız, iki erkek dört çocuk olmasına rağmen simit, gofret vs. ne alırsa üç tane alırdı, erkek çocuklara birer tane kızlara yarım yeter derdi, neyse ki annem erkek kardeşlerimle aramızda kıskançlık olmasın diye gelen yiyeceği adeta santimle ölçerek dört eşit parçaya bölüp bize verirdi…..
 
Psikanaliz seansı gibi anıları karıştırmaya devam....... 
Gürültü yapıyoruz diye bize tokat atabilme hakkını kendinde bulabilen ama yıllar sonra kendi çocukları için “Sevim çok hassas, sakın ona sesinizi bile yükseltmeyin” diye bizi uyaran, yurt dışında çalışıp yaz tatiline gelirken getirdikleri çikolataları “Mert çikolatasız yapamaz” diye gözümüzün önünde çocuklarına yediren, ailece toplanılan bayramlarda bana sürekli bulaşık yıkatılırken kızının çabuk yorulduğunu, çok narin olduğunu söyleyerek beni değersizleştiren dayı, hala, amca vs. neyse onları da affetmedim, çocuklarını da......

Nedense yüreğim hala çocukluğumun muhasebesinde kaldı……
 
 
 
 
 
 

Allahtan kardeşlerimle böyle bir rekabet ve yarış durumumuz söz konusu olmadı çok şükür, çünkü annem ve babam bu konuda oldukça dikkatli davrandı.....
Karadenizli bir aile olmamıza rağmen kız erkek çocuk ayırımını hiç yapmadılar, olanakları dahilinde sundukları her şeyi adaletli bir şekilde paylaştırdılar......
Bizim kuşak bu konuya daha duyarlı ve özenli. Galiba bir önceki kuşağa göre geliştik,   kuzenleri ve arkadaşlarıyla kıyasıya rekabet içine sokmuyoruz.....

İyi evlat yetiştirdim diyebilmek için sadece başarı odaklı olmanın yetmediğini,  insanları (tüm canlıları) seven, yaşamayı seven, merhametli, iyi yürekli, saygılı ve güzel insan olmanın da önemli olduğunun farkına vardık çünkü……
Çocuklarımızı büyütüp yetiştirirken kardeşleri, kuzenleri, en yakın arkadaşları ve başka çocuklarla kıyaslamadan onları bizim için biricik, değerli hissettirerek hayata hazırlamaya, özelliklerine göre başarıya yönlendirmeye çalışıyoruz…..
En önemlisi yeğenlerimizi seviyoruz, onlar kardeşlerimizin canları, çocuklarımızın rakipleri değil kardeşleri. Onların başarılarıyla seviniyoruz, mutlu oluyoruz, gurur duyuyoruz …..

 

 

18 Mayıs 2016 Çarşamba

Sevdiğiniz Kokunun Notalarını Biliyor musunuz?????



 




Ergenlik dönemimde okuduğum bir çok romanın baş kahramanı kadınların hemen hepsinin sürekli kullandıkları bir parfümü olurdu. Ve o rüya kadınların, gelip gittiği mekan, yürüyerek geçtiği yol veya dokunduğu eşya parfümüyle attığı imzadan hemen anlaşılıverirdi……


Gençlik dönemimde ise “magazin dergilerinde” sahneye çıkarken bir şişe parfüm boşaltan assolist haberleri vardı…..


Bu şehir efsaneleriyle geçen ergenliğim ve gençliğimde hep imzamın olacağı bir parfümün hayaliyle yaşadım. Heyhat, öyle bir parfüm yokmuş benim için…..


Çünkü bir değil birçok parfüm var beğendiğim.  Sanırım biraz maymun iştahlıyım ya da kendimi ömrü boyunca bir tek parfüme mahkum etmeyecek kadar yenilik meraklısıyım…….

Önceleri deodorant kullanımıyla başladı koku yolculuğum, daha sonra deodorant gazlarının ozon tabakasına zarar verdiği haberleriyle deodoranttan “çakma” parfümlere geçtim ve en sonunda gerçek parfümlerle tanıştım. Ancaaaak kendime en uygun parfümü bulana kadar; “etkili ve havalı bulduğum birisi kullandığı” için aldığım ama kişiliğime hiç mi hiç uymayan, beğenmediğim hatta kokusunu hissedince midemin bulandığı parfümleri bile kullandım geçmişte……

 

 
 
Parfümler, tıpkı şarkılar gibi duygularımızı etkiliyor ve notalardan oluşuyor. Parfümörler, besteciler gibi çeşitli koku notalarından yeni parfümler keşfediyorlar.

Parfümün içeriğini oluşturan her tekil koku unsuruna nota deniyor, bu notalar parfüm kokusunun açılma ve etkileme aşamalarını belirliyor. Kokular üst, orta ve alt notalar şeklinde yayılıyor.

Üst “Tepe” Nota (Top Note): Parfümü kokladığımızda ilk algılanan duygu, çarpıcı rüzgar gibi. Bu uçucu etki 5-10 dakika sürüyor. Bu yüzden parfüm alırken hissettiğimiz ilk kokuya aldanarak karar vermememiz gerektiği uyarısını yapıyor parfümörler.

Turunçgiller (portakal, mandalina, greyfurt, limon, bergamut), Armut, siyah frenk üzümü.

Orta “Kalp” Nota (Heart Note): Üst notanın etkisinin geçmesiyle parfümün karakteristik özelliğini hissettiren “kalp notası” ortaya çıkıyor, kalıcılığı 5-30 dakika. “Kokunun tene  yerleşmesi” olarak tanımlanıyor.

Genellikle çiçek kokuları, yasemin, gül çeşitleri, portakal çiçeği, zambak, menekşe, manolya, iris, orkide, frezya,  hanımeli, leylak, sümbül, gardenya, osmanthus, ylang ylang gibi.

Alt “Dip” Nota (Base Note): Parfümün kalıcılığını ve gerçek kişiliğini belirleyen “dip nota” etkisi ise 6-8 saat sürebildiği gibi gün boyu da hissedilebiliyor.

Baharatlar (safran, tarçın, zencefil, karanfil, biber), vanilya, amber, tonka fasulyesi, paçuli, silhat, misk, çikolata, pralin ve sandal ağacı, vetiver,  musk gibi odunsu tütsü kokuları.....
 
 

 
Klasik, çağdaş, zamanla sınırlı kalmayan, romantik, zarif,  seçkin, gizemli, sofistike, çekici, doğal, canlı, dinamik, ferah, feminen, çekici, enerjik, ışıltılı, baş döndürücü, büyüleyici, hipnotize edici, sihirli, efsanevi, coşkulu, iyimser, içten, hayata aşık, cıvıl cıvıl, eşsiz, lüks, sofistike gibi tanımları yapılan parfüm notalarını çiçeksi (floral), oryantal, yeşil “taze” (fresh) ve odunsu (woody) başlıklarıyla sınıflandırıyorlar.

Parfüm kokusu kişiden kişiye, tenden tene değişebiliyor, vücudumuzun hormonal özellikleri, beslenme tercihlerimiz ile parfümler karıştığında yayılan koku farklılaşabiliyor.

Bilerek ya da bilmeyerek beğendiğim, beni özel hissettiren  her kokunun üst notasında “siyah frenk üzümü ve armut”, orta notasında “yasemin”, dip  notasında ise “vanilya” mutlaka oluyor…..
 






 

 
Bir hekim olarak bir kaç tıbbi satır eklemesem olmaz……

Koklama genellikle yeni bir kokunun dikkat çekmesi halinde görülen yarı refleks bir yanıt. Kokunun algılanabilmesi için herhangi bir cisimden çıkan koku moleküllerinin koku reseptörlerinden başlayıp koku duyusu merkezine kadar götüren koku sinirimizin ismi ise Olfactorius.

Cinsiyetimiz, çocukluğumuzun geçtiği çevre,  yaşadığımız olaylar,  deneyimlerimiz, geleneksel özelliklerimiz, yaşımız olfaktör hedonimizi  (koku alma hazzı) etkileyebiliyor ve olfaktör keskinlik her insanda farklı, koku molekülleri konusunda eğitim almış parfümörler beş binin üzerinde değişik çeşit koku molekülünü ayırt edebiliyorlar.

Beş duyumuzdan biri olan koku alma duyumuz 24 saat kesintisiz çalıştığı için gece yarısı pişen bir kurabiye kokusu ile uyanabiliyoruz…..

Linda Brown Buck ve Richard Axel, kokunun nasıl tanınıp hatırlandığının ortaya çıkarılmasına yönelik olfaktor sistem çalışmaları nedeniyle 2004 yılı Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülüne (Nobel Prize in Physiology or Medicine) layık görülmüşler…..
 

 
 




İbn-i Sina’nın 11. yüzyılda damıtma yoluyla gülsuyunu keşfinden sonra “damıtma” teknolojisi önemli bir şekilde batıdaki gelişmeleri etkilemiş, 14. yüzyılda önce “Macar Suyu” daha sonra Fransa’da hoş kokulu çiçeklerle yapılan üretimin zamanla sanayiye dönüşmesi ve 16. yüzyılda cam sanatının ilerlemesi parfümün gelişme sürecini hızlandıran önemli köşe taşları olmuş......
 
Günümüzde insanların giderek daha yakın mesafelerde bulundukları çalışma ortamlarında iletişim içindeler.
 
Çevrelerindeki insanları kötü kokularıyla rahatsız etmeme sorumluluğu ve kişisel bakımın alışkanlıktan öte “medeni bir gereklilik” olması temiz ve ferahlatıcı bir parfüm kullanma ihtiyacını  artırmaya devam ediyor…….
 
 
 



 

4 Mayıs 2016 Çarşamba

Kabul Görmek İçin Çabalamak İyi Bir Davranış mı?

 
 

Nerede “evet” nerede “hayır” diyeceğiniz konusunda tereddütleriniz mi var…….
Kimseler kırılmasın, üzülmesin diye hep siz mi fedakarlık yapmak zorunda kalıyorsunuz?
Çocukluğunuzda ebeveynleriniz size vereceği sevgiyi koşullara bağlamış, kendiniz olmanıza fırsat vermemiş, onların istemediği davranışlarınızda sizi sürekli eleştirip, başkalarıyla karşılaştırmış, size yeterince şefkat göstermemiş olabilirler mi acaba?????
Siz de başta ebeveynlerinizin gözüne girmek, takdir edilmek, değerli olmak için çırpınıp durmuş ve “hayır demeyi unutmuş” aslında pek beğenmediğiniz, onaylamadığınız hatta hoşlanmadığınız, üstüne basa basa ve de altını çize çize “hayır” demek istediğiniz halde; “annemin gözbebeği, babamın prensesi olayım”, aman kimseyle kötü olmayayım”, “arkamdan huysuz, kaprisli demesinler”, hayır dersem “kabul görmem”, “beni sevmezler” gibi kaygılarla çocukluğunuzdan beri uyumlu ve yumuşak başlı davrananlardan mısınız?????



  
 
 

Çok bilmiş arkadaşım Nilsu ile kız kıza derin sohbetlere daldığımız, analizler yapıp felsefi çıkarımlara ulaştığımız bir gün "çocukluğumuzdan beri kendimizi sevdirmek için çok çaba göstermişiz " özlü sözünü söylediğinde yüksek sesle ve kendimden emin bir havayla “yok canım, bu sonucu nereden çıkarıyorsun” diye tepki verdim önce…..

Bizim kız oldukça duygu yüklü olduğu için iddiasına devam etti acımasızca…..

Annemiz, babamız, aile büyüklerimiz, öğretmenlerimiz, kardeşlerimiz, arkadaşlarımız "benim istediğim gibi olursan seni severim, seni kabul ederim" dedikleri için ne çok taviz verdiğimize, kendi isteklerimizden vaz geçtiğimize, başkalarının bize değil bizim başkalarına uyum sağladığımız şeylerin daha çok olduğuna dikkatimi çekti…..

Kabul görme merakımız, başkaları odaklı yaşamaya ve hep alttan almaya iter bizi….  
Hep başkaları kapris yapar, naz yapar ve biz onları kabulleniriz. Biz sevdiklerimize en küçük bir kapris yapmaya kıyamayız ya da cesaret edemeyiz dedi….

Üstelik anne olduktan sonra çocuklarımıza gösterdiğimiz altruist davranışlarımızı (kendimizden önce çocuklarımızı düşünmek, yemeyip yedirmek, giymeyip giydirmek, saçımızı süpürge etmek gibi)  hiiiiiç saymıyorum  diyerek nihayet sustu…..
 
 
 






Önce biraz afalladım, ardından anılarım film şeridi gibi gözümün önünden geçti ve “haklısın galiba” diye fısıldadım sünepe bir şekilde…..
Evet haklıydı, hem de çok haklıydı …..
Kafayı taktım günlerdir bu konuya. Uzun uzun düşünerek anılarımı tekrar tekrar değerlendirmeye çalıştım bu özlü sözlü sohbetin etkisiyle…..
Evet, İstanbul’a yakın ama geleneksel özellikleri oldukça baskın olan bir şehirde (İzmit) geçen çocukluğumda, ergenliğimde ve gençliğimde  hareketli, meraklı, canlı ve heyecanlı bir yapım olmasına rağmen mahalle baskısıyla bir çok konuda bazen “cici kız” bazen “delikanlı kız” olmak için çabalamışım bilinçsizce….
Yetişkinliğimde sosyal çevremde daha özgün bir duruşum olsa da  üniversite (lisans, yüksek lisans, doktora) ve çalışma yaşamımda bir çok baskıyı kabullenerek uyum sağladığımı, savunma mekanizması olarak konuyu kafamda rasyonelleştirip (mantığa bürüme, neden bulma) sanki kendi tercihimmiş gibi hissetmeye çalıştığımı hatırladım ve “günaydın bukalemun” dedim kendi kendime…...
Çünkü “hayır” kelimesini insanları reddetmek olarak algılayan ve bu kelimeyi duymaya karşı alınganlık gösteren enteresan kişiler oldu üniversite ve iş yaşamımda….
İkram ettiği çaya teşekkür ederek “hayır” dememi kendisine protesto olarak yorumlayan fazlasıyla alıngan ve otoriter bir üst amirimden fırça yemişliğim bile var maalesef….
Oysa aç karnına çay, kahve içince düşüp bayılma temayülüm olması nedeniyle  “hayır” demiştim, şu anda komik ve buruk bir anı olarak söylüyor olsam da duyduğumda tırstığımı itiraf ediyorum….. 


 
 
 

Uzun lafın kısası ben kararımı verdim, memnunum bu durumumdan. Yine aynı savunma mekanizmalarım devrede olsa gerek!!!!
Anlayışlı olmayı, zarif olmayı, bu şekilde güzel ve etkili iletişim kurmayı seviyorum aslında ….

İçimizde empati barındırmak, karşımızdaki insanlara anlayışlı davranmak, anlamadan tepki göstermemek, merhametli olmak, iyi bir insan olabilmenin gereği ve erdemli davranışlar…..
Yüreğimizin sesine kulak vererek ve kendimizi sevmeyi asla ihmal etmeden tüm iletişim rollerimizde fedakarlık dozunu (feda etmeden) iyi ayarladığımızda biraz daha tekamül ettiğimizi hissedeceğiz…...