28 Nisan 2017 Cuma

Dırdırcılar

.

 
 
 
 
Bazı insanlar vardır akılları hep olumsuzluğu geliştirmeye ve büyütmeye çalışır. Çok eminim ki bundan sonsuz keyif alırlar. Müzmin muhalif olmak hayat mottolarıdır. Herhangi bir konuda sohbet ederken konunun ne zaman bu kadar umutsuz ve karamsar bir hale geldiğini anlamazsınız bile…..

İş yerinde yeni bir proje çalışırken, planlama için toplantı yaparken bir anda en olumsuz senaryoların kaosuna çekerler herkesi…..

Rutin yapılması gereken işlerin bile programını sabote etmek için ne kadar çok konuşur böyle ağızlar. Zerre-i miskal pozitif olmayı, heyecan katmayı, enerji harcamayı günah sayarlar, “sakin bir şekilde” yapılabilecek bir iş için bile sürekli yokuş yaparlar, kısa sürede yapılabilecek bir işi yapmamak için öyle enerji harcarlar, çenelerini yorarlar ki. Oysa sabotaj için harcanan bu enerjiyle planlanan iş zaten yapılabilir. Yetmez, mevcut mevzuatta olmayan, hayali ve abartılı satır araları uydurarak sizin beyninizi şişirmeye, yüksek vakumlu, siklon teknolojileriyle enerjinizi emmeye çalışırlar……


“Olasılıklar üzerinden olumsuzluğu konuşmayalım, yaşadıklarımız üzerinden konuşalım lütfen” diye uyarınca da ne çok yaşanmışlıkları vardır şaşırır kalırsınız….
 
 
 
 
 

 
 
İnanamazsınız bu kafayla bu kadar tecrübe yaşamış olabileceklerine ama uzatmak istemezsiniz artık, bıkkınlıkla “tamam siz çıkabilirsiniz” dediğinizde ise “bizi dışlıyorsunuz” kıyameti bekliyordur sizi…..
 
 
Bu model insanları, 16. yüzyılda Montaigne ''Denemeler'' adlı kitabının  “Dırdırcılar” bölümünde (Sabahattin Eyüboğlu çevirisi); Mızmız, dırdırcı insanları hiç sevmem, bu adamlar yaşamanın sevinçlerine yan çizer, dertlere can atar, dertlerle kaynaşırlar. Sinekler gibi, cilalı pırıl pırıl yerlerde tutunamaz, pürtüklü, pürüzlü yerlere abanır, oralarda rahat ederler (kitap 3, bölüm 5)** diye tanımlamış. Montaigne kitap 1, bölüm 25’de ise “Eğitimin insanı bozmaması yetmez, daha iyiden yana değiştirmesi gerekir” demiş……
 
 
Ama nafile insanın doğası bu demek ki,  ne gelişen bilim, ne ilerleyen teknoloji, huylu huyundan vaz geçmiyor. “Dırdırcılar” dır dır etmeye 21. yüzyılda da tam gaz devam ediyorlar….

 
 
 


**Je hay un esprit hargneux et triste, qui glisse par dessus les plaisirs de sa vie, et s'empoigne et paist aux malheurs. Comme les mouches, qui ne peuvent tenir contre un corps bien poly, et bien lisse, et s'attachent et reposent aux lieux scabreux et raboteux: Et comme les vantouses, qui ne hument et appetent que le mauvais sang.

19 Nisan 2017 Çarşamba

Kendimi Dinliyorum, Gözlerim Bazen Kaygılı Bazen Hülyalı…..







Çocukluğumdan beri, günün herhangi bir vaktinde kısa bir süre bile olsa bulunduğum durumdan uzaklaşmak, durumu değerlendirebilmek ya da hayaller kurabilmek için kendimle baş başa kalma alışkanlığım var benim…..


Bir terapi yöntemi gibi çocukken keşfettiğim bu kendimi dinleme, değerlendirme  alışkanlığıyla; bir bakıma kendimi tanıma fırsatı bulmuşum aslında ….


Ne zaman canım sıkılsa, huzursuz olsam, kendimi değersiz hissetsem hemen sessiz sakin bir köşe bulurdum kendime. Bulunduğum durumu, kelimeleri, sesleri, görüntüleri, olayları, kısaca biriktirdiklerimi bir kuyumcu hassasiyetiyle yeniden gözden geçiren kendi iç sesimi dinlerdim…..  


Bir defasında örtüsü uzun bir masanın altında hayaller kurarken uyuya kalmışım ve annem babam kaybolduğum korkusuyla saatlerce beni aramışlar…..




 



Her yaşımın ayrı yoğunlukları, öncelikleri, fırsatları oldu hiç şüphesiz. Önce okul, dersler, ödevler, kalabalık aile ortamı, evde yapmam gereken işler, yemeğe gelen misafirler, yetişkin olduğumdan beri iş ve ev sorumluluklarım nedeniyle  küçücük bir vakit bulabilmek bile lüks olurdu bazen…..

Lisede meyve suyu, gofret veya kraker eşliğinde yapardım bu seansları. Üniversitede  tüm gün süren ve beyin yakan derslerden sonra  kaldığım 4 ile 16 kişilik yurt odalarının üst ranzasında, çalışma odasında, Haydarpaşa vapurunda,  İstanbul İzmit arası gidip geldiğim trenlerde. Mecburi hizmet yıllarımda çalıştığım dispanserin bahçesinde, şehirlerarası otobüs yolculuklarında, yaş aldıkça dolaplarımın çekmecelerini düzenlerken, saksıda yetiştirdiğim çiçekleri severken, müzeleri ve sergileri gezerken vs. ille de bir fırsat buldum kendimle baş başa kalabilmek için.......  

Son yıllardaki tercihim ise öğle tatilimi geçirdiğim işyerime çok yakın muhteşem, şahane, harikulade güzel bir bahçe.......

Yazı yazma isteği geliyor böyle zamanlarda, eskiden kağıt kalem bulundurmak gerekiyordu. Şimdi çok kolay, akıllı telefonumun not aplikasyonunu açıyorum, duygularımı, kanaatimi ve aldığım kararları kısa cümlelerle veya anahtar kelimelerle not alıyorum hemencecik ……


Ve kendimi dinliyorum, gözlerim bazen kaygılı bazen hülyalı…….

                                                                         


10 Nisan 2017 Pazartesi

Dilimin Ucundaki Kelimeler

 




Bazen işle ilgili konularda ya da blog için yazı yazarken kelimelere takılıp kalırım.
Çünkü sinonim kelimelerden hangisini seçersem aktarmak istediğimi daha etkili bir şekilde anlatabilirim diye dakikalarca düşünürüm, hatta o an aklıma gelmeyen “dilimin ucundaki” kelimeyi bulabilmek için kıvranıp dururum…..

Bu defa işle ilgili bir konuda takıldım…..
Diyelim ki bir sonuçla karşı karşıyasınız ve ilgili kişilere olaylar zincirini bilgi notu ile tek tek anlatmanız isteniyor.
Sizce "başlangıçtan sonuca kadar geçen süre" hangi kelime ile tanımlanırsa daha uygun olur?
 
……..’nın seyri, mazisi, kronolojisi, geçmişi, öyküsü, hikayesi, epikrizi, safahatı, aşamaları, evreleri, gelişmesi, gidişatı, açıklaması…..

 

3 Nisan 2017 Pazartesi

Çintemani

 




Geçen hafta, biraz geç yaşında doğum yapan bir arkadaşımı ziyaret etmek için koşa koşa doğumevine gittiğimde refakatçisi bana hoşgeldin demeden “aaaa Çintemani” dedi…..

Ne dedi şimdi böyle, iyi bir şey mi acaba???? diye içimden geçirdim ama o telaşe içinde hemen soramadım “çintemani ne ki diye”……
 
 
 
 

 
 
 
Bebeği görme, sevme, anneye geçmiş olsun, nasılsın, ağrın var mı, sütün geldi mi diye klasik lohusa ziyareti sözcüklerini söyledikten sonra daha fazla sabredemedim ve refakatçiye döndüm “pardon, çintemani nedir acaba” diye sordum…..
 
“Aaaaa bilmiyor musunuz, fularınızdaki motifler çintemani, Osmanlı motifi, çok güçlü anlamı var” dediğinde pek mahçup oldum, boynuma taktığım fuların desenine, motifine dikkat etmediğim için ve çok teşekkür ettim….
 

 
 
 
 

Eve döner dönmez hemen araştırmaya başladım çintemani, çintemani diye diye, öğrenince de yeni bir şey öğrenmenin heyecanıyla sizlerle paylaşmak istedim…….

Çintemani sıklıkla karşımıza çıkan bir Osmanlı motifiymiş. Ancak sadece Osmanlı ya da İslam sanatında değil doğu felsefesinde de çintemani güçlü anlamlar ifade eden bir sembolmüş…..

Çintemani motifinde  üç daire ve dıştan içe hilallerin içinde  üç göz mevcut, bu gözler; "gönül gözü, akıl gözü, dünya gözünü" simgeliyor ve her biri diğerine müdahale etmeden, uyum içinde hayata bakışı anlatıyormuş meğerse....

Bu motifi, Osmanlı öncesi dönemde Orta Asya’da göçebe olarak yaşayan Uygur Türkleri saltanat simgesi olarak kullanmışlar. Daha sonra Osmanlı dönemi süslemelerine girmiş ve çintemani (Çin beneği) adını almış.  Padişah ve şehzade kaftanlarında, saray halılarında sıkça kullanılmış…..  
 
Günümüzde ise çini, kumaş, halı gibi el sanatı ürünlerinde kullanılmakta.....

 

 


 
 
 
Etrafıma bir baktım ki ne göreyim, geçen ay Kastamonu günlerinden pek beğenerek aldığım ve mutfak masasına serdiğim örtüde bile bu motif varmış. Algı da seçicilik mi diyeyim yoksa tevafuk mu.…..
Belki de daha önce öğrenmem gereken bir bilgiyi, bu yaşımda duymuş, araştırmış ve öğrenmiş oldum. Eeeee ne demişler, öğrenmenin yaşı yok………